BU YAVRULARA KİM ACIYACAK? - Gazi KARABULUT

BU YAVRULARA KİM ACIYACAK?


“Bizim milli eğitimi sistemimizin ana prensipleri ve muhtevası Türk milletinin tarihi tecrübesi, kültürü, dünya görüşü, ahlakı, töresi, gelenekleri birinci derecede dikkate alınarak tespit olunacaktır. Hiçbir öğretim kurumu ve sistemi hazır elbise satın alınır gibi yabancılardan alınmayacak, taklit ve kopya edilmeyecektir. Ülkemizin, günün değişen şartlarına göre ortaya çıkan ihtiyaçlarına cevap verecek yeni sitem ve kurumlar, yabancı uzmanların tavsiyesiyle değil kendi aydınlarımızın araştırmalarına dayanarak hazırlanacaktır.[1]

            Profesör Doktor Necmettin HACIEMİNOĞLU, eğitim sistemimizin ana prensiplerini; hedef ve karakteri bakımından milli, metodu ve muhtevası bakımından ilmi olması gerektiği tespitinde bulunur. Konuyu geçmişten günümüze eğitim sistemimizde yaşanan değişiklikleri izah ettikten sonra bu şekilde somutlaştırır. Günümüzde de eğitim-öğretim sistemimizle ilgili sürekli yeni arayışlarla karşılaşıyoruz. Yapılan çalışmaların yansımalarını önümüzdeki yıl görme şansına sahip olacağız. Mesele ile ilgili bir cümle kurduktan sonra asıl meramımıza geçelim. Kanaatimiz odur ki merkezine öğretmenin yetiştirme sistemini ve öğretmene yönelik yüksek değer duygusunu almayan adımlar eksik kalacaktır.

Şimdi gelelim meramımıza…

Bu yazıda öğrencilerimizin tatil sürecini nasıl değerlendirmeleri gerektiği üzerinde durmaya çalışalım.

Çocuklarımızı eğitimin her kademesinde oldukça zorlu bir süreç beklemektedir. Ana sınıfını bitirenler okuma yazma maratonuna başlayacaklar. İlkokulu bitirenler farklı farklı branşlarda farklı uygulamalarla karşılaşacaklar. Ortaokul mezunları liselere geçiş sınavı ile cebelleşirken lise mezunları, iyi bir üniversite kazanmanın derdine düşecekler. Ve hatta üniversite mezunlarının pek çoğu da KPSS için terlemeye devam edecekler. KPSS’Yİ kazanmak da yetmeyecek mülakattan tutun da bir dizi değerlendirmelerle muhatap olacaklar.

İş, evlilik, verimlilik, ilmi veya bedii bir faaliyet ise emeklilik sonrasına –yaşarsa- bir umut…

Eee… Bunca koşuşturma içinde o zaman gayet somut planlamalara, yönlendirmelere, taktiklere, rehberliklere ihtiyaç olduğu aşikar değil mi?

O zaman hemen başlayalım.

Hangi seviyede olursa olsun yaz dönemi boş geçirilmemelidir. Aileler veya yeterliliğe sahip yetişkinler hiç vakit kaybetmeden kendi eksiklerini akademik olarak tamamlamaya katkı sunacak adresleri araştırmalıdır.

Dahası…

Dahası malum…

Gelsin özel hocalar, kurslar, dersler…

Mademki hayat bir yarış, o zaman oyunu kuralına göre oynamak gerekiyor.

Yaz tatili alabildiğine dolu geçirilmelidir. Mümkünse ve dahi imkanlar dahilinde matematik kursu mutlaka en iyi bir şekilde alınmalıdır. Çünkü matematiğiniz iyi olursa otomatik olarak birkaç puan önde başlıyorsunuz.

Sonrası…

 Sayısal alanda bir kariyer, okul, gelecek planlıyorsak fen bilimlerini boş bırakmamak gerekiyor. Ardından diğer alanlarda da biraz ders alırsak, seviyemiz ilkokul olmuş, ortaokul veya lise olmuş hiç fark etmeyecek ve şimdiden temeli sağlamlaştıracağız.

Tabi zihnimiz kadar bedenimizin de bazı temel ihtiyaçları var. Ama bu işi de bir bilenle yapmak gerekiyor. Zaten pek çok kurs bu iş için biçilmiş kaftan. Eh, o ihtiyaçlarımızı da cüzi bir miktar ücretle karşılarsak dolu dolu bir yaz tatili geçirmiş oluruz. Böylece akranlarımızla giriştiğimiz bu zor yarışta oldukça ciddi bir mesafe kat etmiş oluruz.

Yok efendim yok!

Bakınız bütün bu koşuşturmacaların sonucunda aslında çocuklarımızı neye hazırlıyoruz Prof. Dr. Erol GÜNGÖR’E kulak verelim.

“İlkokul sonrası facianın başlangıcı daha yedi yaşından başlamaktadır. Nice anne-babalar çocuklarını daha tahsilin başlangıcında hazırlanmaya zorlarlar…”[2]

Erol GÜNGÖR, bu tespitinin devamında gerekli gereksiz yığınla bilginin yüklendiği çocuklarımızın durumuna çok çarpıcı bir soruyla tercüman olur:

“Bu yavrulara kim acıyacak?”[3]

Evet! Bu yavrulara kim acıyacak? Ya da bu yavrulara nasıl bir yaz tatili tavsiye etmeliyiz ki hiç olmazsa kendilerini bekleyen yeni sisteme ve yeni eğitim-öğretim yılına zinde ve istekli gelebilsinler.

Elbette hayat bir öğrenme süreci olduğuna göre yazın da çocuklarımız öğrenmeye devam edeceklerdir. Ancak bunu bir ders muhteviyatında değil de kendi doğal sürecinde gerçekleştirebilirsek hem çocuğumuzu hem de cemiyet hayatımızın geleceğini inşa etmiş olacağız. Bu gayeden hareketle kendi yaş kuşağı içinde anlamlandırarak şu çalışmaların yapılmasının doğru olacağını düşünüyoruz:

Elbette okumaya özendirecek ortamlar ve seviyeye uygun kitaplar sağlamak kaydıyla ve de ailece okumak ilkesine sadık kalarak bol bol kitap okumak olmazsa olmazımızdır. Ancak kitap okumak öylesine cazip bir hale dönüştürülmeli ki çocuk, o zamanı iple çekebilmeli. Herkesin eline kitap aldığı, nezih bir ortamın sağlandığı, okunanlar üzerinde alabildiğine geniş tahlillerin yapılabildiği, notların düşülüp değerlendirmelerin gerçekleştirilebildiği bir okumadan bahsediyoruz.

 Yine çocuklarımızın kendi anılarını, gözlemlerini, araştırmalarını, gezilerini, şiir, resim çalışmalarını kitaplaştırmaları sağlanabilir. Bunu yaparken de çocuğumuz üretmenin, başarmanın, kendine ait bir eser ortaya çıkarmanın lezzetini tatmalıdır.

Demek istiyoruz ki, çocuklarımızla yapılan kendi doğal ortamlarındaki okumalar, yazmalar, çizmeler, bağ, bahçe, tarla, hayvancılık gibi faaliyetler onları rahatlatacaktır. Fırsat buldukça tabiatla iç içe bir hayatın sunulması yeni dünyaların keşfine zemin hazırlayacaktır. Birlikte oynanan geleneksel oyunlar, yapılan sohbetler çocuğun zihin dünyasında geçmişten geleceğe bir köprü oluşturacaktır.

Çocuğun çamurdan, ağaçtan, telden, bezden yaptığı bir oyuncak; pişirdiği bir yemek, diktiği bir fidan, beslediği bir hayvan yarınları adına olumlu bir hikâyenin temelini atacaktır.

Akrabalarını ziyaret etmesi, yaşlı ve bakıma muhtaç olan insanlara yardım etmesi, dağlara çıkması, kırlarda koşması, uçurtma uçurması, çılgınlar gibi bağıra bağıra şiir okuması, şarkı, türkü söylemesi rahatlamasını sağlayacaktır.

Elbette imkânlar varsa sanatsal faaliyetlere de yer verilmeli, tiyatro, sinema,  tarihi kültürel gezi etkinlikleri ile farklı dünyaların keşfi sağlanmalıdır.

Yine geleceğe veya geleceğine yazacağı bir mektubu arşivlemek yıllar sonrasına bir nostaljik belgeye dönüşecektir. Hatta şu dijital yazışmalar ve dijital fotoğraflardan ziyade el yazısı ile mektup arkadaşı bulmak, hatıra defteri tutmak, çocuğun sevdiği bir alanla ilgili koleksiyon yapmasını sağlamak belli gelişimlere katkıda bulunacaktır.

En çok da akranlarıyla birlikte, toprakta, çimende, bağda bahçede vakit geçirmesi toplumsallaşmanın temelini oluşturacaktır.

Kısacası…

Geliniz çocuklarımızı bilgi yüklü bir elektronik alet olmaktan çıkarıp duygu yüklü bir nesle dönüştürelim. Zaten duygusu varsa o sorumluluk gerekli olan bilgiyi, gerektiği zaman öğrenmesine zemin hazırlayacaktır.

 

 

[1] Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU, Milliyetçi Eğitim Sistemi, Kamer Yayınları, 7. Baskı İstanbul, sf,184

[2] Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat A.Ş. sy. 67 11. Basım, Aralık,2007, İstanbul,

[3] Age,sf.69

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI