Vefatından 850. Yıl Sonra Hoca Ahmet Yesevi - Prof.Dr. Orhan KAVUNCU

Vefatından 850. Yıl Sonra Hoca Ahmet Yesevi


Bismillah diye beyan edip hikmet söyleyip

Taliplere inci mücevher saçtım ben işte

Riyazeti sıkı tutup kanlar yutup

İkinci defter sözünü açtım ben işte[i]

 

Bu yıl, Yesevi Hazretlerinin vefatının 850. Yıldönümü, Fuad Köprülü’nün de vefatının 50. Yıldönümüdür. Bu iki yıldönümünü UNESCO 38. Genel Kurulunda, Türkiye’nin teklifi ve Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın destekleriyle 2016-17 anma programına aldı.

 

Hoca Ahmet Yesevi (1093-1176), büyük Türk mutasavvıfı olup, onun ve hakkında “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” kitabıyla ciddi bir çalışma yapan Fuad Köprülü’nün mekânları cennet olsun. Hoca Ahmet Yesevi, Buhara’dan Yese (bugünkü Türkistan şehri) şehrine döndükten sonra sohbetleriyle ve Hikmetler adı verilen şiirleriyle İslâmiyet’i Türkçe anlatarak bir taraftan zaten büyük ölçüde Müslüman olmuş göçebe Türk topluluklarının İslamiyet’i benimsemelerini sağlamıştır. Diğer taraftan da henüz Müslüman olmamış Türklerin Müslüman olmasında ve o tarihlerde Müslüman Türklerin gittiği ve fetihlerinin devam edeceği belli olan Anadolu, Balkanlar, Afganistan ve Hindistan gibi coğrafyalara dervişlerini göndererek din-i mübinin yayılmasında çok ciddi katkıda bulunmuştur.

 

Yesevi baba diyor ki (Hikmet 71):

Hoş görmemekte âlimler sizin Türkçe sözünüzü

Ariflerden işitirsen açar gönül gözünüzü

Ayet Hadis anlamı Türkçe olsa ne güzel olur

Anlamına yetseniz bırakırsınız börkünüzü

 

           Miskin, zayıf Hoca Ahmet yedi ceddinize rahmet

           Farsçayı bilirken Türkçe söylersiniz sözünüzü

 

Bu hikmetlerden de anlaşılacağı gibi Yesevi Hazretleri Türkçe söylemiş, ayet ve hadislerin ne demek istediğini Türklerin anlamasını sağlamıştır. 850 senen sonra bugün de aynı şeye ihtiyacımız var. Kur’an ve hadisin ne dediğini bilmek onu anlamakla mümkündür. Bu ise Türkçesini okumayı gerekli kılar. Yesevi babanın 850 sene önce söylediği ile amel edelim: Ayet hadis anlamı Türkçe olsa ne güzel olur.   

 

NİÇİN HAZRETİ TÜRKİSTAN?

 

Yesevi baba, daha hayatında Piri Türkistan, Hazreti Türkistan, Türkistan Baba gibi unvanlarla anılmaya başladı. Çünkü yaşadığı ve irşad ettiği bölgenin adı Baymirza Hayit merhumun da ifade ettiği gibi, en azından miladi 7. asırdan beri Türkistan idi. Bu konuda elimizde Baymirza Hayit’ten başka ikinci bir kaynak daha vardır. O da Erkan Göksu’nun tercüme ettiği, TTK’nun 2013’te bastığı Ebu Bekr Muhammed bin Cafer en Narşahi’ninTârîh-i Buhârâ isimli eseri miladi 943-44 senelerinde Arapça yazılmış, 190 yıl kadar sonra 1128-29 yıllarında Farsçaya tercüme edilmiş bir eserdir. Eserde Buhara’nın İslam ordularınca fethedilmesi de anlatılır. Buhara, İslâm ordularıyla daha Hz. Ömer zamanında yüz yüze gelir. Daha sonra Emeviler zamanında Buhara Melikesi Kabaç Hatun’un birkaç kere din değiştirmesi ve Buhara’nın Müslümanlar tarafından alınması kitapta, orduda bulunan seyyahların yazdıklarından aktarılarak anlatılırken, Buhara’ya Türkistan yöresinden yardıma gelindiğinden de bahsedilir. Demek ki o zamanlar Semerkant ve Buhara’nın doğusu ve kuzeyi, Türkistan tabir edilmekteydi.

 

O büyük coğrafyanın Türkistan adı Kabaç Hatun’dan bin sene sonra da devam etmektedir. Bunu Divan-i Lügat it Türk’ü sahaflarda bulan Ali Emiri Efendi’nin “bu (sade bir) kitap değil, Türkistan ülkesidir, bütün bir Cihandır” sözlerinden çıkarıyoruz.

 

Türkistan coğrafyasının İslam ile tanışması Hazreti Ömer’in halifeliğine kadar geriye götürülebilir. Ancak asıl karşılaşmalar miladi 8. Asır başlarından itibaren olmuştur. İslam ordusu ile Çin ordusu arasındaki Talas savaşının 751 yılında ve Orhun abidelerinden sonuncusu olan Bilge Tonyukuk’un kendi adına diktiği kitabenin tarihin de 735 olduğu hatırlanınca Göktürk Devletinin, son zamanlarında İslam’la karşılaştığı anlaşılmaktadır. 730 yılında Türgiş Hakanı Sulu Han’ın Müslüman ordusunu hezimete uğrattığını tarihler kaydetmektedir. Müslümanlar miladi 8. Asır başlarından itibaren Hazar devleti ile de savaşmaya başlamışlar, Hazarların tarih sahnesinden çekildiği 10. asır ortalarına kadar iki yüz seneden fazla bir zaman içinde Hazarlar İslamiyet’i tedricen kabul etmişlerdir. 737 yılında ve iki yüz yirmi sekiz sene sonra 965 yılında Hazar devletinin iki hükümdarının İslamiyet’i kabul ettiği çeşitli kaynaklarda bildirilmekte (mesela İbn Miskeveyh’in bir risalesinden naklen Büyük İslam Tarihi, C. 6: sayfa 34) ise de bu kabullerin baskı altında hayati tehlikeyi savuşturmak maksadıyla olduğu düşünülmektedir. Türklerin Müslüman oluşunu hızlandıran olay Satuk Buğra Han’ın (ölümü miladi 955) Müslüman olmasıdır. Satuk Buğra han Müslüman olunca başında bulunduğu Karluklar, Karahanlı devleti adıyla bir imparatorluk olarak temayüz etmişler ve Türkleri bir bayrak altında toplamışlardır.

 

Görüldüğü gibi Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin yaşadığı zamana kadar Türkler büyük ölçüde Müslüman olmuşlar ve İslâm’a hem devlet olarak hem de ilmi eserlerle çok ciddi hizmetlerde bulunmuşlardır. Yesevi baba bu Türkistan coğrafyasında irşad faaliyetinde bulunduğu için haklı olarak daha sağlığında Türkistan coğrafyasının piri olarak bilinmiştir. Nitekim kendisi de bir hikmetinde (Hikmet 55) “Türkistan’dır elim benim” demektedir.

 

Ruslar Türkistan’ı işgal ettikten sonra Türkistan sözü unutturulmak istenmiş, yerine Orta Asya tabiri ikame ediliştir. Ruslar iki yerde kavramı kullanmışlardır. Türkistan’ın askeri kontrolünü yapmakla görevli Rus birliğinin adı Türkistan lejyonu olarak kalmış, ikincisi de Yesevi babanın kabirlerinin bulunduğu Yese şehri, Türkistan olarak anılır olmuştur. Yesevi baba piri olduğu Türkistan coğrafyasının kalbi olarak da bulunduğu makamı aynı isimle isimlendirmiş, kavramın yaşamasına vesile olmuştur.

 

YESEVİ BABA: PEYGAMBER SEVDALISI

 

Yesevi Hazretleri, tam bir Hazreti Muhammed sevdalısıdır. Düşünebiliyor musunuz aşkın derinliğini? Efendimizin vefat ettiği yaşa gelince “ondan daha fazla yeryüzünde kalmak sünnete uymaz” düşüncesiyle yer altına çekilip hayatının geri kalan kısmını orada geçiriyor, Hikmetleri orada yazıp irşad faaliyetine orada devam ediyor:

 

Hikmet 7’den

                       Altmış üçte nida geldi: “kul yere gir”

                       Hem canın ben, hem cananın ben, canını ver

                       Hu kılıcını ele alıp nefsini kır

                       Bir ve Barım cemalini görür müyüm?

Kul Hoca Ahmet nefsi teptim, nefsi teptim

Ondan sonra cananımı izleyip buldum

Ölmeden evvel can vermenin derdini çektim

Bir ve Barım cemalini görür müyüm?

 

Hikmet-8’den

Sadık pazartesi günü yere girdim

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

Altmış üçte sünnet dedi işitip bildim

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

                     Yer üstünde yarenlerim matem tuttu

                      Bütün âlem “sultanım” diye nara attı

                      Hakkı bulan gerçek sofiler kanlar yuttu

                      Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

“Elveda” deyip yer altında adım attım

Aydınlık dünyayı haram kılıp Hakkı sevdim

Zikrini söyleyip yalnız kalıp yalnız yandım

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

                      “Taha” okuyup akşam geceler kaim oldum

                       Gece namaz gündüzleri saim oldum

                       Bu hal ile yer altında daim oldum

                       Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

Altmış gece altmış gündüz bir kez yemek

Tan atana kadar namaz bir kez selam

Altmış üçte oldu ömrüm ahir tamam

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

                       Hak Mustafa ruhu gelip oldu imam

                       Cümle melek ter altında oldu gulam

                       Çok ağladım Hak Mustafa verdi inam

                       Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

 

GARİP FAKİR YETİMLERİN HALİN SORMAK

 

Bizim medeniyetimizin temel uygulamalarından birisi toplumsal dayanışmadır. Gözü tok olmaktır, “zenginlik almakla değil, vermekledir” anlayışıdır. Bakın neler diyor Yesevi baba?

 

Hikmet 1’den

                            Ümmet olsan, gariplere uyar ol sen

                            Her kim ayet hadis dese, duyar ol sen

                            Rızık ve nasip her ne verse, tok gözlü ol sen

                            Tok gözlü olup şevk şarabını içtim ben işte

Nerde görsen gönlü kırık, merhem oluver
Öylesi mazlum yolda kalsa yoldaş oluver
Mahşer günü dergâhına yakın oluver
Benlik güden ahaliden kaçtım ben işte

                            Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
                            O gecesi Miraç'a çıkıp didâr gördü
                            Geri indiğinde fakirlerin hâlini sordu
                            Gariplerin izini izleyip indim ben işte

Medine'ye Resul varıp garip oldu
Gariplikte mihnet çekip Habip (sevgili) oldu
Cefa çekip Yaradan’a yakın oldu
Garip olup menzillerden aştım ben işte

                            Her kim didâr-talep etse sözü söyledim
                            Canı cana bağlayıp damardan girip
                            Garip, yetim, fakirlerin gönlüne saygı gösterip
                            Gönlü katı ahaliden kaçtım ben işte  (Hikmet-1)

Akıllı isen gariplerin gönlünü avla
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara
Dünya perest nâ-cinslerden yüzün çevir
Yüzüm çevirip derya olup taştım ben işte


                           Garip, fakir, yetimleri sevindiresin
                           Aziz canını parçalayıp kurban edesin
                           Yiyecek bulsan misafir kılasın
                           Hak'tan işitip bu sözleri dedim ben işte


Garip, fakir, yetimleri her kim sorar
Razı olur o kulundan Perverdigâr (Allah)

Ey bi-haber sen bir sebep kendisi saklar

Hak Mustafa öğüdün işitip dedim ben işte.

 

Onun dört bir yana gönderdiği müridleri vardı. Bunlardan Anadolu’ya gelenler de oldu. Yunus da manevi büyüğü Yesevi’nin izinde diyor ki:

 

Yunus Emre, der Hoca

İstersen bin var Hacca

Hepisinden iyice

Bir gönüle girmektir.

 

Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen şu mısralar da aynı şekilde manidar:

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

 

                          Bir kez hayır ettin ise

                          Binde bir olsa az değil

 

Yesevi Babadaki aşk ve batın ilimlerine ait derin bilgi onu tasavvufunu piri yapmıştır. Hikmetler adeta aşk deryasıdır. Riyazet ve tevbe-i Nasuh, pişmanlık hallerini hikmetlerine sıkça yansıtır. Tasavvufu onun algıladığı gibi algılayıp yaşamayı nasip etsin Allah:

 

Şeriatten uzak tarikat olmaz, Tarikat olmadan hakikate ulaşılmaz. Bunları yaparsanız “ölmeden evvel ölünüz” hadisine mutabakat halinde yaşar, lâ-mekân makamına ulaşırsınız.

 



[i] Hikmetleri yazarken büyük ölçüde Dr. Hayati Bice’nin yayına hazırladığı Divan-ı Hikmet’ten (h Yayınları, İstanbul 2015) yararlanılmıştır.

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI