TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HAREKETİNİN TÜRK COĞRAFYASINDAKİ JEOSTRATEJİSİ NASIL OLMALIDIR? - Gazi KARABULUT

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HAREKETİNİN TÜRK COĞRAFYASINDAKİ JEOSTRATEJİSİ NASIL OLMALIDIR?


İdeolojiler varlık sebeplerini, topluma sundukları yakın ve uzak hedeflerin gerçekleşmesi için ortaya koydukları yaşam ve eylem biçimleri ile şekillendirirler.

Türk milliyetçiliği hareketi de yerelden genele bir medeniyet tasavvuruna talip olduğunu beyan ede gelmiş; bölgesinde ve dünyada yaşananları bu anlayış doğrultusunda değerlendirmiştir.

Türk milletinin, başta kendi coğrafyasında akabinde Türk jeostratejiğinde, nihayet geniş kadim coğrafyasında uygulama alanı bulabileceği bir medeniyet yaklaşımı, tarihsel süreçlerle birleştirilerek inşa edilmelidir. Bunu yapabilecek fikri alt yapı, Türk milliyetçiliği hareketinin esaslarında vardır.

Alparslan Türkeş’in siyasal alanda sistemleştirdiği Türk milliyetçiliği anlayışına baktığımızda bu medeniyet tasavvurunun izlerini görürüz.

“Türk Milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir.”[1], diyen Türkeş, milliyetçiliğin başlangıcına, milleti sevme şuurunu koyar. Sevgi,  milletini koruma ve koruduğuna sahip çıkma duygusunu pekiştirecektir. Nitekim Türkeş sevgiyi esas alan ve ayrılıkçı yaklaşımları reddeden, kültür milliyetçiliği temelinde bir anlayışın, görüşlerini oluşturduğunu “Türk milliyetçiliğinin temeli sevgidir.”[2] diyerek açıklar.

Buradan hareketle dün bugün çizgisinde, kendi değerleri doğrultusunda, bölgemizi ve Dünya’yı etkileyen meselelere çözüm yolları sunmak ve uygulanılmasına gayret etmek Türk milliyetçiliği anlayışının, vazgeçilemez öncelikler arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

DÜNYANIN KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE KÜRESELLEŞMENİN HEDEFLERİ ETKİLERİ

 

Son yarım asırdır daha sık duyduğumuz “Küreselleşme” kavramı da bölgemizi ve Dünya’yı yönlendiren en etkili tanımlamalar arasında yer almaktadır.

Bu kavram ne ifade etmektedir?

Ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik  ve  ekolojik denge açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması, küreselleşme için söylenebilecek en geniş tanım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ancak bu yaklaşım hakkaniyetli bir Dünya dengesinden ziyade kuvvetli olanın Haklı olduğu bir sürece devşirilmiştir.

1456’da ilk kitabın Gutenberg’in matbaasında basılması, 1896’da ilk modern olimpik oyunların yapılması ve 1965’te ilk geniş alanlı bilgisayar şebekesinin ABD’de kurulması dünyanın küreselleşmesini hızlandıran olaylar olarak gösterilmektedir.

Buna göre  son yarım asırda yaşananlar iyi etüt edildiğinde; küreselleşme, dünyaya hakim olmak isteyen sanayileşmiş devletlerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını, kendi çıkarlarına mâl edebilmek için II. Dün-ya Savaşı’ndan sonra ortaya attıkları bir kavramdır.

Bu giriş doğrultusunda küreselleşmenin ekonomik, kültürel ve siyasal üç temel tarzı ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Ekonomik olarak küreselleşme teknolojik gelişmelerle başka bir boyut kazanırken iletişim ve bilişim olarak ifade edebileceğimiz teknolojik küreselleşme insanları tüketim çılgınlığına itmiştir. Kültürel olarak ise psikolojik transferleri ihtiva eden ve sosyal yapıları kontrol altında tutmayı ilke edinen bir yapılanmadan bahsedebiliriz.

 Küreselleşmenin siyasi ayağı, 1991 yılında SSCB’nin çökmesi ile ABD’nin hakim olduğu bir dünya düzeninin alt yapısını da oluşturdu.

Dünyada olan her şeyden etkilendiğini savunan ABD dünyayı denetleme arzusuna kapılarak zarar görmeme isteği ile dünyaya yön vermeye başladı.

Küreselleşmenin ekonomik dayanağını ise sermayenin uluslararası bir niteliğe dönüşmesi oluşturdu.

Uluslararası sermaye demek bir ülkenin başka ülkelerdeki yatırımları ve arkasındaki şirketler olarak karşılık bulan bir anlayıştır.

Küreselleşmenin ana unsuru ABD, az gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol altında tutmayı yeğleyen yaklaşımlarına kültürel emperyalizmi de ekledi.

Kısaca küreselleşme, Dünya’da ki hakim erkin hakimiyetini devam ettirmek için her yolu meşru görmesinden başka bir anlam ihtiva etmemektedir.

Bu yaklaşımdan hareket ile küresel gücü elinde bulunduran yapılar; stratejik operasyonlarını, bilinçli bir şekilde kontrol etmek istediği ülkelerin toplumlarına ve yönetim-lerine hakim olma yöntemlerine giriştiler.

Huntington’un “Medeniyet Çatışması” teziyle ortaya koymaya çalıştığı “West-Rest” yani “Batı ve Diğerleri” bakışı, yeni yaklaşımları da beraberinde getirmiştir.

Nihayet uluslararası sosyal stratejiler, şu başlıklar çerçevesinde temellendirilmeye başlandı:

  • Tanım yapma
  • Tanımı açıklama ve kendi bakışı ile anlamlandırma
  • Çıkarlara uygun bir şekillendirme
  • Yeni yapıyı yönetme

Bu sistematik yaklaşıma, uluslararası stratejik derinlik kazandırmak isteyen küresel güçler; “finansal, siyasi ve kültürel politikalar” geliştirmişlerdir.

Bunu yaparken de tarihi akışı ve süreci ihmal etmeyecek nitelikte stratejik yaklaşımlar sergilenmiştir.

Mesela, derinlemesine bir analiz ile yılları alan çalışmalar ve sistematik bütünlük içerindeki kurgular neticesinde en büyük küresel proje, Ortadoğu üzerinde gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmektedir.

Petrol merkezli ekonomik politikalar ortaya koyan kıtalar arası strateji, aslında içinde tarihsel derinliği de ihtiva etmektedir. Onun için Ortadoğu toplumlarını etkileyen küresel devinim, ekonomik, sosyolojik ve siyasal yapıları da derinden etkilemektedir.

İşte, burada yaşananların anlamlandırılması, tarihi derinlik ve mekan idrakine dayalı bir stratejinin tahlili ile mümkün olacaktır. Çünkü tarihi derinlik ve tarihin serüvenini sürdürdüğü coğrafya/mekan Türk milletine fırsatlar sunmaktadır.

Bütün bu değerlendirmeler ışığında Türkiye hangi konumda yer almaktadır?

Üzülerek ifade etmeliyiz ki Türkiye, mesellere zaman ve mekân derinliğinde bakışlar/stratejiler geliştirememektedir. Çünkü böyle bir bakış geliştirebilmek; kültürel, politik ve ekonomik tezleriniz ve tezlerinizin uygulama sahası bulması ile mümkündür. Halbuki Türkiye’de, siyasilerin ve aydınların yaşadığı zihin karmaşası ve bu karmaşanın getirdiği kaotik görünüm, tarihi ve coğrafi derinlikleri cevaplayacak nitelik arz etmemektedir.

 

Dünyayı etkileyen küresel hareketlere Türkiye’nin yaklaşımı üç şekilde olmaktadır.

1-      Küresel gelişmelerin anaforuna kendini kaptırıp hızlı bir dönüşüm algısı yanlısı olanlar

2-      Küreselleşmeye kapılarını kapatıp içe dönük direnenler.

3-      Küresel gelişmelere iç politik kaygılarla tutum belirleyenler.

 

Üstelik küreselleşme fırtınasının Dünya’yı sarıp sarmaladığı söylense de bu Yeni Dünya Düzeninin aktörleri, şu gerçekleri saklamaya çalıştığı bilinmelidir.

1.  Amerika’nın öncülüğündeki ekonomik anlayış, neoliberal politikaların iflası ile çöküşe girmiştir.

2.  Demokrasi ve insan hakları aldatmacası ile ortaya atılan ABD ve AB eksenli BOP’un Irak- İran –Afganistan- Suriye düzlemindeki politikaları, Irak ve Suriye ayağına rağmen beklemedikleri bir direniş ile karşılaşmıştır.

3.  Avrupa’nın ihraç edip Amerika’nın desteklediği çok kültürlülük ve etnik farklılık siyaseti bugün en büyük etkiyi ABD’de göstermiştir.

4.  Nihayet ebedi olduğu öne sürülen Küreselleşme ve Amerika merkezli tek kutuplu dünya millileşme ve çok kutuplu bir dünyaya doğru kaymaktadır.

 

 Peki bu tutumlara karşı bir başka yaklaşım mümkün değil midir?

İşte orada küresel olayları iyi okuyup milli tezler geliştirecek yaklaşımlara olan ihtiyaç gündeme gelmektedir.

Kendi kimlik değerleri ile bütünleşen, tarihi ve coğrafi derinliklerinin farkında olan, rasyonel stratejiler kurgulayabilen bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.

Bu yapılanma da tarihi ile barışık, gününü iyi okuyan, geleceğe ait bir medeniyet tasavvuru olan Türk Milliyetçiliği hareketidir. Çünkü Türk Milliyetçiliği tarihi dokulardan ve coğrafi bağlılıklardan güç alarak yarınları planlayan bir anlayışı bünyesinde barındırmaktadır.

Ancak bu tarihi ve coğrafi dokuların büyük saldırılara maruz kaldığı göz ardı edilmeden adımlar atmak, çözümler üretmek gerekiyor.

 

KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’DEKİ KÜLTÜREL VE SİYASAL ETKİSİ

 

Türkiye’nin maruz kaldığı küresel saldırıların temelinde, Türk milletinin tarihi tasavvurunun yanı sıra kadim coğrafyası ve mevcut sınırlarındaki kültürel, ekonomik önceliklerin olduğu da tartışma götürmez gerçeklerdir.

Bütün bunlarla birlikte küresel saldırıların, global projelerin Türkiye’deki yansıması kültürel tahribatla hızlandığı göz ardı edilemez.

Türk toplumundaki kültür erozyonuna ve küresel rüzgarların sebep olduğu sosyolojik travmaya baktığımızda cemiyet hayatını sarsan şu problemlerle karşılaşıyoruz:

Kültürel bütünlükleri görmezden gelip sadece biyolojik gerçeklerden hareket ederek etnik bölünmeyi meşrulaştırıcı akımlara kapı aralamak ve bu bağlamda milliyet ile etnisiteyi birbirine karıştırmak.

Etnik söylemlerle milli bütünlüğü zedelenmesi.

Küreselleşme adı altında ve çok kültürlülük tezi doğrultusunda; parça ile bütünün, mahalli ile millinin çatıştırılması, farklılıkların bölücülük olarak algılattırılması, coğrafyanın kendisinden getirdiği kutsal değerlerinin göz ardı edilmesi.

Sosyal bütünleşmenin sadece mekân birliği olarak algılanıp bu anlayışın da çözüm olarak deklare edilmesi ile ortaya çıkan ruhsuz birlikteliğin yeni problemleri doğurması.

Grup çıkarlarından etnik önceliklere uzanan bir anlayışı özgürlük olarak sunup milli birlikteliğin görmezden gelinmesi.

Bireyi toplumdan soyutlayıp adına bireysel özgürlük diyerek sosyal hayatın yok edilmesi.

Türkçenin öne çıkarılması yerine yabancı dillere daha fazla ağırlık verilmesi.

İşsizliğin ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin vatandaşlık ve mensubiyet şuurunu zayıflatması.

Toplum tarafından Milli duyarlılığın ve manevi değerlerin dikkate alınmaması.

Siyasi merkezli krizlerin sebep olduğu toplumsal bunalımların birlikte hareket etmeyi güçleştirmesi.

Ekonomik krizlerin doğurduğu dış borç, iç borç ve cari açıklar neticesinde borçluluğun getirdiği psikolojik çöküntü ile milli reflekslerin zayıflaması.

Gelir grupları ve yöreler arasında ekonomik dengesizliklerin bulunması, sanayicinin ithalata özendirilip, üretim toplumundan tüketim toplumuna dönüşülmesi.

Bölgecilik ve hemşericilik duygularının öne çıkarılarak milli birliğin etnik tehlike ile baş başa bırakılması.

Mezhep kışkırtmaları ile dini ayrıştırıcılığa kapı aralanması.

Milli ve manevi değerlerin sulandırılması.

Yabancıların iç işlerimize karışmasının, insan hakları, evrensel değerler gibi anlayışlarla meşrulaştırılması.

Kavramlara küresel mantık doğrultusunda, içi boş manalar yüklenerek bunun popüler kültür haline getirilmesi.

Aile yapımızı zedeleyen, kökünden sarsan televizyon ve yazılı basının dimağları zorlayacak ölçüde yayın yapması, ahlaki değerlerin bu yolla tahrip edilmesi.

Ahlaki değerlerde yaşanan tahripler ve ekonomik açmazlar neticesinde intiharların artması, boşanmalar ve evlilik dışı hayatın meşrulaştırılması.

Alkol ve uyuşturucu terörünün toplumda onmaz yaralar açması.

Geleneksel sanat değerlerimiz ve bize ait edebi eserlerimiz yerine yabancı kültürlü sanat ve edebiyat eserlerinin yaygınlaştırılması.

Türkçenin yozlaştırılıp nesiller arasında uçurumlar oluşturulması.

Büyük bir geleneğin mimarı olan Türk mutfağının yabancılaştırılması.

Genel meselelerde imar edici, geliştirici ve yenileştirici bir yaklaşım yerine sil baştan tutumu ile var olanın yok edilmesi.

Türk tarihini bir bütün olarak görmeyip suni bir tarih oluşturmaya çalışılması.

Ümmet ve millet kavramlarını birbiri ile çatıştırıp birinin umumi diğerinin hususi bir anlayış ifade ettiğinin gizlenmesi.

Eğitim ve öğretim politikalarının milli, ahlaki, gelişimci olmasından ziyade sadece meslek edindirmeye yönelik bir yapılanma ile üstelikte bir istikamete oturtulamadan idare edilmesi.

Yeraltı ve yer üstü zenginlikleri işlemek yerine yabancılara ihale ederek ekonomik bağımlılığın artması.

Bölgedeki gelişmelere doğru analizler konulamaması.

Türk dünyası ile ortak atılımlar ve kültürel birliktelikler oluşturamamak ve onlara doğru rehberlik yapamayıp büyük Orta Doğu ve Yeni Dünya Düzeni adı verilen politikaların transferi gibi bir tutum içinde olunması.

 

KÜRESELLEŞMENİN SEBEP OLDUĞU PROBLEMLERE MİLLİYETÇİ ÇÖZÜMLER

 

Türk milletini buhranlara sevk eden yukarıdaki yaklaşımlara milli çizgide bir çözüm sunmak gerekmektedir.

 Eğer savaşta kovduklarımızı barışta geri davet etmek istemiyorsak önce kendi kültürel değerlerimizi yaşam tarzı haline getirmeliyiz.

Büyük bir tarihi geçmişe, jeopolitik özelliğe ve kültüre sahip olan milletler; tarihin kendilerine yükledikleri misyonu görmezden gelemezler. İşte Türkiye, anlattığımız problemlerini çözerek, bölgedeki ve dünyadaki gücünün farkına varmalı ve kendinden beklenen adalet, hürriyet,  güç eksenindeki etkisini ortaya koymalıdır.

Bütün bu söylenenlerin ardından bir Türk Medeniyetinden bahsedebilmek için öncelikle içerde şu yaklaşımlara yer verilmesi gerekmektedir.

  1. Toplumun yaşadığı sosyal ve psikolojik bunalımı onarım ve devlette milli yönetim reformu
  2. Ekonominin üretim temelli yapılandırılması
  3. İşsizlikle mücadele projesi
  4. Yolsuzlukla mücadele projesi
  5. Toplumsal ahlak ve kalitenin hayata geçirilmesi
  6. Türk Milli eğitim sisteminin inşası
  7. Türk dünyası ile ortaklık.

 

İşte bu onarımın ardından, Ülkücü ideolojinin mazi-ati çizgisi olarak aktardığı “Türk Medeniyeti” tezi olarak tanımlayabileceğimiz anlayışın devreye girmesi gerekmektedir.

Çok az kişinin dillendirdiği “Türk Medeniyeti” tezi içinde tarihi dinamikler kadar geleceğe ait medeniyet tasavvurunu da barındırması hasebiyle coğrafyamızdaki kaosun bitirilmesinde büyük rol oynayacaktır.

Bu tezin başlıklarını şöyle sıralayabiliriz.

  1. Türk milletinin hüküm sürdüğü havzada askeri, siyasi, ekonomik işbirliğinin tarihi dinamiklerle birlikte inşa edilmesi
  2. Türk soylu akraba millet, devlet ve topluluklarla kurulacak siyasal ve sosyal bağların temellendirilmesi
  3. Güçlü Türkiye ve Türk birliğinin inşası
  4. Uluslararası stratejik işbirliklerinde kadim coğrafya ve soydaş ülkelerle ortak hareket etmek.

 

Tarihi ve coğrafi geçmiş, Türk milletinden böyle bir anlayışın hayata geçmesini beklemektedir.

 

SONUÇ

 

Geçmişte iz sürülen ve hakimiyet serdedilen bütün coğrafya, Türk medeniyetinin çekilmesi ile kaosa sürüklenmiş ve o topraklara belirsizlik hakim olmuştur. Aynı zamanda kadim coğrafyanın müdavimleri de kan, göz yaşı, açlık, sefalet ve esarete mahkum olmuştur.

Türkiye’nin kendi iradesini hüküm sürdüğü topraklarda tamamlayacağı milli bir dönüşüm aynı zamanda bulunduğu coğrafyada Türk medeniyetinin de inşasını başlatacaktır.

Cemil Meriç’in daha geniş bir kavramla, “umran” sözü ile dillendirdiği geniş ülkünün gerekliliği “Umrandan Uygarlığa” adlı kitabındaki, küresel akımın temelini oluşturan Yunan/Helenizm yaklaşımının ihtiyar dev olarak tanımladığı ve zaafları olarak “ahde vefa, civanmertlik, merhamet”[3] belirttiği hasletler, aslında Türk medeniyetinin esaslarını ifade etmektedir.

İşte Türk Medeniyeti, en çok da seciyesinde barındırdığı bu hasletlerden doğmuş, tarihe kök salmış ve ebediyete taşınması gereken bir ülküye dönüşmüştür.

Ahde vefa

Civanmertlik

Merhamet

Evet, Türk’ü Türk yapan, Türk’ün neden tarihte büyük bir medeniyet inşa ettiğini ortaya koyan esaslar bu özelliklerde gizlidir.

Türk medeniyetinin temeline baktığımızda bunun bir karekter ve şahsiyet bütünlüğü ile oluşturulduğuna şahitlik ederiz.

Yüksek bir onura sahip olmak, bağımsızlığa olan düşkünlük, adaleti anlayışın merkezine koymak, insana ve bütün canlılara değer vermek gibi hasletler Türk medeniyetinin asli unsurları arasında göze çarpar.

Tabi Türk medeniyeti tezinin, Türk toplumunun bütünü tarafından günümüzde yeterli ilgiyi görmemesinin temelinde insanımızın birbirini iyi tanımadığının olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

Nitekim Ali Tayyar Önder’in, Türk halkının kökenlerini anlattığı Türkiye’nin Etnik Yapısı adlı eseri Türk kimliği, kültür ögeleri ve kökenlerin bilinmesinin gerekliliği adına somut veriler teşkil etmektedir.

Önsözdeki “İnanıyorumki Türk toplumunu oluşturan unsurlar; Türkler, Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Lazlar, Araplar, Nusayriler, Gürcüler, Arnavutlar vs kendileri hakkında bilmeleri gereken doğruları, Sünniler Nusayriliği ve Aleviliği bilselerdi…”[4] ifadeleri ile medeniyet tezinin geniş kadim havzasına vurgu yapmakta ve geçmişte yaşanan acıların birbirini tanımamayla olan ilişkisini ortaya koymaktadır.

Yine Türk medeniyetinin yarınlara taşınması gerektiğini net bir şekilde milli esaslarla anlamlandırabiliriz.

Anlamlandırmanın temelini ise yine Cemil Meriç’in Bu Ülke kitabında sunduğu pusulada buluyoruz.

Şuur pusulasında Cemil Meriç şu üç unsuru sıralar.

“Tarih şuuru

Milliyet şuuru

Kişilik şuuru”[5]

İşte bu şuurlu yaklaşım neticesinde Türk medeniyeti yeniden ve daha kuvvetli bir şekilde inşa edilebilecektir.

 

Netice olarak diyebiliriz ki Türk Medeniyeti, Türk’ün tarihi misyonunu, atiye ait adalet temelli medeniyet tasavvurunu ve karakterinden taşıdığı ilmi, ahlaki tutumu ifade eden bir anlayışı ihtiva eder.

 

 

[1] Alparslan Türkeş, Dokuz Işık ve Türkiye, syf, 82, Kervan Yayınları

[2] TURHAN Metin, Başbuğ Türkeş, syf, 151, Kripto Basım, yayım, Dağıtım Ltd. Şti. Haziran 2014, Ankara

[3] Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, syf.9, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 1996, İstanbul

[4] Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, Genişletilmiş 12. Baskı, Ocak,2007

[5] Cemil Meriç, Bu Ülke, syf.93, İletişim Yayınları,1996, İstanbul

 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI