COP 21 (Paris Çevre Zirvesi) Dolayısıyla Putin’e Sorularımız Var - Prof.Dr. Orhan KAVUNCU

COP 21 (Paris Çevre Zirvesi) Dolayısıyla Putin’e Sorularımız Var


Ayet: “De ki: Suyunuz çekiliverirse, söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?” (Mülk 67/30) 

 

 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 1992 Rio konferansından beri, her yıl imzalayan ülkelerin katılımıyla düzenlenen konferanslarda (COPs: Conferences of the Parties)  müzakereye açılıyor, yeni kararlar alınıyor. 1997’de Kyoto Protokolü ile sözleşmenin direk hedeflere yönelik uygulama hükümleri imzaya açıldı. Halen 195 ülke sözleşmeyi, 192 ülke de protokolü imzaladı. Kyoto protokolüne göre her ülke atmosfere saldığı sera gazını 2012 yılına kadar 100 birimden 95 birime düşürecekti. Ancak 2012’de hedeflenen azalmanın sağlanamayacağı anlaşılınca 2011’de COP 17’de Güney Afrika Durban’da süre 2020’ye kadar uzatıldı, daha doğrusu Kyoto protokolü 2008-2012 periyodu için öngörüler getiriyordu. Durban 2015-2020 periyodu için öngörüler getirdi. Şimdi, 30 Kasım – 11 Aralık tarihlerinde Paris’te toplanacak olan COP21’de, bir taraftan 2015-2020 periyodu masaya yatırılırken bir taraftan da 2020 sonrası için de öngörüler getirilecek. Tartışılacak temel Soru: Küresel ısınmanın 2 santigrat derecenin altında kalması için ne yapılabilir?

 

Daha şimdiden Çevre kirliliği, küresel ısınma gibi meseleler Putin – Erdoğan görüşmesi olacak mı merakının gerisinde kalmış görünüyor. Rus askeri uçağının Suriye’den sınırımızı ihlal ettiği için düşürülmesi üzerine başlayan gerginlik Paris konferansına da yansıyor. Oysa Dünyamızın ve hatta evrenin geleceğinin konuşulacağı bu toplantının gündeminde bundan daha önemli bir konu söz konusu olmamalıdır.

 

                                   *                   *                             *

 

Yeşil alanların azalması, sera gazlarının atmosfere salınması, su kaynaklarının azalması ve kirlenmesi, tabiatta çürüyerek yok olmayan artıkların çoğalması, nükleer ve kimyasal çevre kirlenmesi dünyanın ekolojik dengesini bozuyor.

 

Çarlık Rusya zamanından başlayan bir kolonileştirme politikası Türkistan’da kardeşlerimizin makûs talihi olarak tarihe geçmiştir. Rusları Türkistan topraklarına yerleştirmek için geliştirilen bu politikalar, insan hayatını, yerleşik kültürün alışkanlıklarını hiçe sayarak uygulanmış, bundan da hem insanlar, hem toprak, hem su zarar görmüştür. 1990’lı yıllardan günümüze kadar meselâ Kazakistan topraklarında birkaç defa otlak çayır mera arazileri tarıma açılmış, milyonlarca insan kırgına uğramıştır. Kazakistan nüfusu bugün 15 milyon kadardır, bunun 10 milyon kadarı Kazak’tır. Bunun anlamı 1990’dan bugüne kadar Kazak nüfusta hiç artış olmaması demektir. O yıllardan bugüne Türkiye’de nüfusun 23 milyondan 80 milyona geldiğini dikkate alıp bu farkın sebepleri üzerinden durmak gerekir. Bunların başında çayır mera arazilerinin tarıma açılarak Kazakistan’ın buğday ambarı ilan edilmesi olmuştur. Hayvanlar kırılmış, insanlar kırılmıştır. Rusya’nın çevreye verdiği ilk zarar bu uygulama olmuştur. Bu başlangıçtan sonra:

 

Sovyetler Birliği 1949–1989 arasında Kazakistan’ın Semipalatinski vilayetinde kurulan poligonlarda 500’de yakın yer altı nükleer deneme yaptı. KGB’den önceki istihbarat örgütü NKVD’nin kurucusu Bera’nın Stalin’e verdiği raporda “poligonların kurulması öngörülen alanın 150 km etrafında yerleşim yeri olmadığı” yazılıydı. Ama poligonların hemen yanında “Kazak avulları” vardı.

 

Aral 1960’lı yıllara kadar dünyanın en büyük dördüncü kapalı deniziydi. Aral bugün bir çöle döndü. 60,000 km2’den fazla alana sahipken bugün 3,000 km2’den daha küçük bir alana sahip Aral.

 

Aral, pamuk mono kültürünün kurbanı… Aral’ı besleyen Seyhun ve Ceyhun nehirleri ve bunların kolları üzerinde açılan sulama kanalları ve barajlarda toplanan sular Aral yerine pamuk tarlalarına su akıttı. Bu sulardan Aral’a ulaşabilen atık sular, kimyasal maddelerle kirlenmiş olduğu için Aral’ın biyosferi bozuldu. Su azaldı, balık öldü, bitkiler kurudu, insanlar hastalandı. Ölen, Aral ile birlikte bir Milletin geleceğiydi.

 

Sovyetler dağıldı. Bağımsızlığını kazanan kardeşlerimiz “Aral’ı kurtarma fonu” oluşturdu. Dünyanın her yerinden yardım bekleniyor. Aral’ın katili Moskova’dan yapılan merkezi planlardı, “gostplan” idi. Ama şimdi Moskova Aral’ı kurtarma projelerine yardım etmek yerine, bölgede gostplandan kalma projeleri hortlatmaya çalışıyor; Seyhun’un Narin ve Ceyhun’un Vahş kolları üzerinde hidroelektrik santralleri çalıştıracak suyu toplamak üzere barajlar açılmasını teşvik ediyor.

 

Putin ile Erdoğan görüşür mü bilmem, sanırım görüşmeyecekler. Ama Türkiye delegasyonu Aral ve Semipalatinski’yi gündeme getirmelidir. Suriye’deki askeri uçaklarından önce Rusya’ya sorulması gereken sorularımız vardır:

 

1-      Aral’ı zamanında bu hale getirdiniz; şimdi Aral’ı yaşatmak için hangi projeye destek veriyorsunuz?”

 

2-      Kazakistan’da çayır mera arazilerini hesapsız plansız tarla arazisine çevirmenin hayvancılıkla geçinen Kazak halkına verdiği zararları tazmin etmeniz gerektiğini düşünmüyorsunuz değil mi?

 

3-      Kardeşlerimiz Semipalatinski’yi nükleer silahlardan arınmış bölge ilan etti. 40 senede 500’e yakın denemenin verdiği zararlardan dolayı siz ne yaptınız?

 

4-      Hiç vicdanınız sızlıyor mu?

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI