Lozan Anlaşmasına Rağmen Yunan Tarafından Neden Rahatsız Ediliyoruz? - Şakir ALBAYRAK Eğitimci&Yazar

Lozan Anlaşmasına Rağmen Yunan Tarafından Neden Rahatsız Ediliyoruz?


Fiilen 23 Nisan 1920’de kurulan fakat ilan edilmesi, 29 Ekim 1923’te gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet olarak varlığı, Lozan anlaşmasıyla tescil ve tasdik edilmiştir. Bunda şüphe yoktur. Yoktur da bu anlaşmaya rağmen hâlâ neden rahatsızlık çekiyoruz? Anlaşmanın tarafı olduğunu bildiğimiz Yunanistan, anlaşmanın açık maddelerine rağmen neden küstahlık ederek pervasızca davranışları kendine meslek ediniyor? Bu konuda birkaç söz söylemek icabetti, açıklamaya çalışacağım. Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te İsviçre'nin Lozan şehrinde, gerçekleşti. Bu anlaşma ile 1912’de İtalya ile Osmanlı devleti arasında gerçekleşen Uşi anlaşması hep karıştırılır. Bu karıştırmanın sebepleri arasında ciddi bir kasıt olmasının yanında , Uşi’nin Lozan şehrinin bir semti olmasının da etkisi yok değildir. 

Lozan anlaşması, Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen ve Yunan’ın denize saçılmasıyla neticelenen, Türkiye’nin muzaffer olduğu bir savaşın(Millî Mücadele’nin) bitmesinin ardından yapılan bir anlaşma olmasına rağmen Türkiye’nin tek başına olduğu, Yunan’ın yanında, Türkiye’nin karşısında, ne hikmetse nerdeyse bir düzine devletin yer aldığı bir anlaşmadır. Yunan’dan başkasıyla savaşmamış olmamıza rağmen masada anlaşma metnine imza koyuyorlar. Bir kere haksızlık burada başlamıştır. Haklı Türkiye’nin hakları bu kalabalık arasında kaynayıp gitmiştir.  Bu haklarımızın tespiti ve alınması icap eder. Misak-ı millî kavramı etrafında dönüp durmamıza rağmen Misak-ı Millînin umdelerini ne kadar gerçekleştirebildik? Bu yeminimiz, ne kadar bozuldu? Yunan’ı azdıran bu soruların cevapsız kalmasıdır. Yendik alamadık, yendik alamadık, yendik yendik alamadık. Yendiğimiz için kazancımız şudur diyecek bir alanımız henüz tespit dilmiş değildir. Bize kalan yerler zaten bizimdi. Lozan’dan önce bizim olmayıp Lozan’da aldığımız herhangi bir yer yok hatta Lozan’da kayıplarımız var. Biz, maalesef bize ait olan yerlerin bir kısmını bizden almadıklarından dolayı da teşekkür eder pozisyona düşürülmüşüz, haberimiz yok.

İtalya ile Osmanlı devletinin Trablusgarp meselesinin lehimize çevrilmesine yarayacak olan, yerli halkın İtalyanlara karşı örgütlenmesi işi, birinci Balkan savaşının patlak vermesinden dolayı, İtalya’ya gönderilen örgütleyici kadronun geri çağrılması, İtalya’nın cesaretlenmesine sebep olmuş, peşinden de Trablusgarp’ı işgal etmeleri yetmezmiş gibi 12 adayı da bir filo marifetiyle işgal etmiştir.

1912’de yapılan Uşi anlaşmasının hükümlerine göre İtalya işgal ettiği 12 adayı, Balkan savaşlarının bitiminde Türklere terk edecekti lâkin İngiliz kalleşliği gibi bir kalleşlikle Türklere iade edecekleri Sisam, Nikaria, Patmos, Leros, Kalimnos, İstanköy, Niseros, Astropalya, Tilos, Sömbeki, Harki ve son olarak Rodos adalarını Türklere iade etmediler. 11 yıl sonra bu durum, Lozan anlaşmasının 15. maddesinde şöyle yer alacaktı: 

“Madde 15 —Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İTALYA YARARINA VAZGEÇER: Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası.

“ Demek ki 12 adayı Uşi’de, şartlı verip geri alacakmışız, anlaşmayı bozan İtalya, geri vermeyip işgal ettiğini bildirmiş, biz de Lozan’da 15. madde hükmüne göre İtalyanların küstahlığına boyun eğmişiz. İtalyanlar, söz verdikleri halde, geri vermedikleri adaları, 2. Dünya harbinde Yunanistan’a vermişler. Kim, kimin malını, kime veriyor? Veriyor işte…

Lozan anlaşmasının yıl dönümüne az bir zaman kala, Yunan küstahlığı, aldı başını gidiyor. Lozan’daki hamleleriyle şimdiki çıkışları mümkün mertebe aynı. İngiliz’in Yunan’a attırdıkları Türk sopası, az gelmiş, bu sefer ABD Yunanlıların tekrar bir dayak yemesine sebep olmak üzere.
Kıbrıs adasında da aynı oyun sahnelendi. İngilizlere şartlı teslim edilen Kıbrıs’ı, şartlar yerine geldiği halde ilhak ettiler, Lozan ‘da, bu ilhakın kabul edildiği görüldü. Kıbrıs’tan da adalardan da aynı usullerle Lozan anlaşmasıyla vaz geçmiş olduk. Bu güne bakalım.  Olan olmuş, uğratıldığımız haksızlıkların giderilmesi için iktidar –muhalefet ayırmaksızın iş ve güç birliğine ihtiyacımız vardır.

Bunun örneği şudur: Madde 23 — Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan, gerek barış, gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş-geliş ilkesini kabul ederler. Bu 23. maddede gasp edilen haklarımız, 1936’da Montrö anlaşmasıyla bertaraf edilmiş, bir miktar nefes almamız sağlanmıştır. Lozan’ın her maddesi incelenmeli, gasp edilen haklarımızın iadesi için çalışılmalıdır ve iadesi sağlanmalıdır.

12. maddenin son fıkrasındaki hükme göre ne yapmalı? 
“Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.” Ege bölgesi ve Akdeniz kıyısına yakın adalar ve adacıklar, Türkiye’ye ait sayılıyor. Bu tanıma uyan kaç ada var acaba? Tabi ki aksine koyulmuş hükümler yoksa aksine hüküm koymadılarsa. 3 mil, 5.5 km’yi aşkın bir mesafe. Adaların yakınlığı haritada bile gözüküyor.

Türkiye, alttan alarak mevcut anlaşmalara sadakatten ayrılmayarak anlaşma hilâfına, adalardaki silahlanma keyfiyetinden rahatsızlığını ifadeden imtina etmiyor, bu durumu, haklı sebeplerle zaman zaman dile getiriyor. Yunanistan ise “Şimdi şartlar değişti.” deyip kendini haklı göstermeye yelteniyor. Türkiye,”, Evet hakikaten şartlar değişti.” deyip Lozan öncesine dönüverse Yunan’ın hangi gerekçe ve mazeret ileri süreceği belli değil. 15 Mayıs 1919’daki İzmir işgaline teşvik eden İngiliz ağabeyleri, neticede Yunan’ın yediği dayağın semeresi olarak Lozan’da Hiç hakları olmayan topraklarımızı Yunan’a terk etmemize sebep oldu. Gözüken o ki şimdi de ABD ağabeyi Yunan’ı üzerimize kışkırtıyor, Bunun sonunda yine dayak yiyecek olan Yunan. Acaba Bu dayağın semeresi olarak Yunan’a ne verecekler? Elbet ağabeylerin de müşterek ağabeyi var.

Lozan, Birkaç kere yasal olarak delinmiş, şöyle ki Hatay’ın ilhakı, Montrö sözleşmesi Lozan’ın delinerek dikilmiş yanlarıdır. Bu iş elbet yasaldı. Yunan’ın adaları silahlandırma ve takviye çalışmaları Lozan’a nazaran yasaktır. Lozan’da silahlandırılması memnu adalar silahlandırılarak anlaşma deliniyor. Yunan’a bir azı diş gösterip salyasını yalatıp yutması mı sağlanmalıdır?
Adalar Denizindeki adaların silahlandırılması Lozan(1923) ve Paris(1947) anlaşmalarıyla yasaklanmıştır. Yasağa uymayanların elbet bir cezaya çarptırılmaları gerekir.

Limni, Semadirek ve Doğu Ege Adaları (Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya) ile On İki Ada'da (Stompalya (Astypalaia/İstanbulya), Rodos, Kalki, Skarpanto, Kasos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki, İstanköy ve bağlantısı olan adalar ile (Meis Adası)nda ancak günlük olayların takibi ve sükûnu için Kolluk Kuvvetleri bulundurulabilecek.  Buna rağmen adalar silah deposu haline getirilmiş durumda hatta Meis adasının Güney batı kısmında Kızıl Hisar kamu hava limanı var. Yakın mesafede meskûn mahal yok. Adanın Kuzey ve kuzey doğu kısmında yerleşim yerleri var. Buranın nüfusu ne kadar ki hava alanı tesis edilmiş? Hava alanı ne işe yarıyor???

Hâsılı, Lozan anlaşmasını keyfî bozmanın uluslararası veya anlaşma icabı bir yaptırımı yoksa bu anlaşma niçün yapılmıştır? Adaların Lozan’a ve Paris anlaşmasına rağmen silahlandırılması askeri tahkimat yapılması gerekçe gösterilerek Lozan’a ve Paris anlaşmalarına ilâveten bir Ankara anlaşmasının temini mümkün değil midir? En etkili anlatım, muhatabın dilinden icra edilen anlatımdır. Anlatılır ki Zeki Müren asteğmenliği esnasında eğitim alanında erata, nezaketi icabı “Lütfen asker, yat” komutu vermiş. Eratın anladığı bu dil değil ki komut yerine gelsin. 
Tartıp ölçüp biçip mizanı tutturunca muhatabın dilinin çözülmesi içün kelimâtı, anladığı dilden sarf edeceksin. “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/ Tekdir ile yola gelmeyenin hakkı kötektir” ve benzeri sözler, vecizeler masa başında, parmağı şakağa dayayarak ortaya çıkarılan sözler değildir. Bunların doğması içün kim bilir hangi zor şartlar yaşanmıştır.
Demem o ki hak edene hakkını teslim etmemek haksızlıktır.
 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!