“Gönül ne bir çay ister ne çayhane; gönül bir dost ister çay-çayhane bahane”
Çay bir sanattır desem fazla abartmış olmam herhalde... Çay ve çay içmek bir yorumdur. Zevkimizin biraz sıcak suda dudak keyfindeki damak tadıdır; hayali bir gevşemenin klasik yansımasıdır.
Bu nedenle çay içimi bir geleneksel şölene doğru milletlerin karakterinde yer etmiştir; hatta herkes kendince bu bitkideki keyfiyeti bir alışkanlık haline getirmiştir. Meselâ, İngilizler klasik beş çayında çaya süt eklemeyi, Çinliler yeşil çay içmeyi, Kuzey Afrikalılar nane ile aromalandırmayı, Orta Doğulular, çayı limonla içmeyi, Ruslar çayı reçelle tatlandırarak ve ya bizim Erzumlulular gibi kıtlama şeker ile içmeyi, kahve tutkunu Amerikalıların ise, çayı demleyip, buz gibi soğuttuktan sonra keyfini çıkarmayı alışkanlık haline getirmişlerdir.
Sonuç olarak, çay içimine kendilerince bir yorum getirmiş bir kültür oluşturmuşlardır. Her millet kendilerine uygun bir çay kültürü geliştirmesine rağmen, hiçbir millet, bizim millet kadar çay ile ilgili zengin bir kültüre sahip değildir herhalde…. En azından batılıların çay kültürü ile ilgili bizim kadar zengin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Buraya kadar her şey iyi güzel de; peki çay olmasaydı, yani Çin imparatoru Shen Nung’un bir kapta su kaynatırken çalılıktan gelen gizemli bir yaprağın kaynayan suya düşmeseydi? Ya da yaprak suya tadını vermeden çıkarılsaydı kaptan… Bu tesadüfü olay gerçekleşmeseydi, çay keşfedilmiş olur muydu? Muhakkak ki bir gün keşfedilirdi elbet; ancak, bugünkü dünyamızda oluşturduğu kültür kadar bir kültürü olur muydu ?
Şüphesiz çay keşfedilmemiş olsaydı; dünyada kişi başına tüketilen çay miktarında Türkiye’nin birinciliği olmazdı herhalde… Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin çayı içen ilk Türk olarak adı anılmayacaktı. Türk kadının “Beş çayı” dedikleri ve alışkanlık haline getirdikleri bu vakitte, dedikodularını sığdırma fırsatı bulamayacaklardı beklide…
Meşhur Türk kahvesi ile onurlanan Türkiye’mizde kahve, birinci sırada keyif aldığımız bir içecek olarak şöhretine devam edecekti; “Bir fincan kahve, kırk yıl hatır” deyimi daha anlamlı olarak sohbetlerimizdeki vurgu önemini koruyacaktı. Tabi ki bunun yerini satır başındaki güzel deyim yerini alsa da, kırk yılın tadını vermiyor mesela...
Çay olmasaydı, kahvehaneler bu denli sayıca fazla olmazdı diye düşünüyorum. Boş vakit geçiren insanlarımız, farklı meşgaleler ararlardı kendilerine kim bilir?.. Belki de bir uğraşları olur, ekonomiye katkıda bulunurlardı… Kahvehanelerde bildiğimiz kâğıt oyunları, taş oyunları ve sayıca azda olsa kumar oyunları yerine, en azında beş taş oyunlarını, dama taşları, satranç gibi ve en eski bir Türk oyunu olan “kümbet” oyunlarını farklı mekanlarda oynayarak, bir yandan sayısal zekâların gelişmesine; diğer yandan da insanımızı sakinleştirecek ve stres atacak fırsatları olmasına katkı sağlardı…
Çok fazla çay içmekten dolayı, göğüs ve baş ağrısı, çarpıntı, uykusuzluk gibi şikâyetlerde suçlanacak bir başka bahaneleri olurdu. Meselâ evin hanımları çay takımlarıyla hava atamayacaklar konuklarına… Deyimlerimizde de eksiklikler olurdu elbet… Ve yine; açık ve soğuk çaylara yakıştırdığımız,“İmamın abdest suyu” deyimi ile, demini almış sıcak ve esaslı görünen çaylara “Tavşan kanı” “Gönül ne bir çay ister ne çayhane; gönül bir dost ister çay-çayhane bahane” gibi deyimlerde olmayacaktı.
Dahası, beş duyumuz olan gözlerimize rengiyle, burnumuza kokusuyla, çay kaşığının zevkle döndüğü bardaktan çıkan sesi ile kulağa, tadı ile damağımıza ve sıcaklığıyla içimize nutuk çeken çay, tavşan kanı içeceğimiz, iyi ki varsın. Onun için ben de“Gönül ne bir çay ister ne çayhane; gönül bir dost ister çay-çayhane bahane” diyerek bu satırları karaladım. Sizi yordum ise afola. Çaylar şirketten; bereketli sözler ermişlerden;
“Çay henüz her şey bitmedi demektir.” - Cezmi Ersöz
”Biz, çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz.” - Oğuz Atay
“Çay bulaşıcıdır, efkâr da.” - Bekir Erdoğan
“Ömür bir çay içimi kadar zaten.” - Umay Umay
“Şimdi ölsek; en fazla kahvede çaylar soğur.” - Yılmaz Odabaşı
“Ve oturdu mu bir masaya, hakkını verir çay içmenin.” - Cahit Zarifoğlu
“İki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni” - Cemal Süreya
“Ama bu kente gelirsen unutma beni ara, sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.”
Osman Konuk
“Soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm.”- Nevzat Çelik
“Yazsam okusam, okusam yazsam, biri devamlı çay verse bana.” - Ömer Lütfi Mete
“Hadi, iç de çay koyayım.”- Ah Muhsin Ünlü
Saygılarımla
Gökçe Kaan Başaran Elazığ Merkez Anadolu Lisesi 12 FEN-G
Not: Bu yazı Türk Dili ve Edebiyat dersi ödevi için 2012 yılında yazılmıştır.