1993 yılı Temmuz ayının başında üç gün arayla toplum olarak yüreğimizi yakan iki büyük acıyla sarsılmıştık. Bunların ilki Sivas’ta yaşanmıştı. Her yıl köyünde düzenlenen bir günlük Pir Sultan Abdal’ı anma töreni dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın talimatıyla dört günlüğüne Sivas merkezine alınmış, geniş bir program düzenlenmişti. İlk üç gün toplantı olaysız geçti. Ancak son gün Aziz Nesin’in kente gelmesi dolayısıyla yapılan açıklamalar, toplantıdaki ideolojik ve mezhebi içerikli kışkırtıcı konuşması kentte tansiyonu hızla yükseltti. Aziz Nesin Aydınlık gazetesinde aylardır bu tarz provokatif yazılar yazdığından toplumun çoğunluğunun büyük tepkisini topluyor, bunu bilerek yapıyordu. Yaşananları Yalçın Doğan gibi objektif kriterlerle yorumlayan bazı yazarlar bu hususu özellikle belirtmişlerdir.
Madımak’ta 37 vatandaşın can verdiği feci olay başta vali olmak üzere, kenti yönetenlerin basiretsizliğinden, gafletinden, beceriksizliğinden kaynaklanmıştır. Kentte tansiyonun yükselmekte olduğunu gören Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun yatıştırıcı çabaları maalesef yeterli olamadı. Asker devreye çok geç girdi. Polis yetersizdi, Madımak otelinin önünde toplananlar ilk başta kolayca dağıtılabilirdi. Nasıl bir gafletse sayı birkaç bine varıncaya kadar ilişilmedi. Topluluk cinnet aşamasına gelip otelin perdeleri yakılmaya başlanınca bina yoğun dumanla doldu; nefes almayı imkânsız hale getiren ortamda maalesef 33 katılımcı / konuk ve 4 otel personeli hayatını kaybetti.
Otelin üst katından kırka yakın katılımcı komşu BBP İl Başkanlığının balkonuna geçebildi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun talimatıyla partili görevliler geçişlerine yardımcı olmuşlardı. Bu feci olayla ilgili çok sayıda tutuklama yapılarak yargı süreci başlatıldı, yurt dışına kaçanlar da oldu. Ama kapsamlı bir idari soruşturma yapılmadığından sorumlular tayin işlemleriyle kurtuldular. Vali hükümetin ortağı Erdal İnönü’nün eski kalem Md. idi.
Bu olayın toplumsal sarsıntısı sürerken Kemaliye ilçesinin Başbağlar köyündeki katliam yürekleri dağladı. Yüz kadar PKK’lı akşam karanlığına doğru köyü bastı. Burası kendi halinde bir Türkmen köyüydü. Namaza hazırlanan, camiye gelen erkekler tek sıra halinde dizildi. İki saate yakın örgüt propagandası yaptılar. Sivas’ta ölenlerin intikamını almaya geldiklerini söyleyerek köylüleri kurşuna dizdiler. Evleri, camiyi, okulu ateşe verdiler. Sivas’ta hayatlarını kaybeden yoldaşlarının intikamını almayı sürdüreceklerini söyleyip, 33 köylüyü alçakça katlettiler.
20 km. kadar uzaklıktaki Jandarma karakolundan görevliler 14 saat sonra gelebildi. Ciddi bir soruşturma yapılmadı. Beş yüzden fazla kovan toplanmıştı ama balistik muayeneye gerek görülmedi. Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan davada gözaltına alınan 20 şüpheli tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldılar. Tabii bir daha gören olmadı. Dava ne hikmetse İzmir DGM’ne nakledildi. Muhtar ve köylüler İzmir’e gelerek müdahil olma talebinde bulundular. Hâkim çok sert ifadelerle taleplerini reddetti. Muhtar olayın şahidi olduğunu, canını kaçarak kurtardığını, ifade vermek istediğini ısrarla belirtmesi üzerine kovulurcasına dışarı çıkartıldı. Bu tuhaf yargılama 1998’de delil yetersizliği gerekçesiyle sona erdirildi.
Başbağlar köylülerinin çoğu İstanbul’da yaşıyor; her yıl katliam tarihinde sılaya gelirler; mütevazı bir törenle kaybettikleri yakınlarını anarlar, teröristleri lanetlerler, yatsı namazında duaları yapılır. Kemaliye’den törene katılanların dışında Başbağlar köyüne Ankara ve vilayetten pek katılım olmaz. Madımak için sıkça ağıtlar yakanlar da bu feci katliamı ısrarla ve inatla görmezlikten gelirler.
Türkmen köyü Başbağlar yalnızlığını yaşamaya başından beri alışkındır, üzülseler de suskun kalmayı tercih ederler.
Bu yazı daha önce Sn. Nuri GÜRGÜR'ün Sosyal medyasında (Facebook) yayınlanmıştır.