Zamanın hızla aktığı günümüz dünyasında, bu hızın bir yerinde olmak artık çok kolay. Hava ulaşımının kıtalar arasındaki mesafeyi birkaç saatte indirdiği bir çağdayız. Bir gün önce Barselona’nın ünlü La Sagra Familia bazilikasını gezerken bir gün sonra Van'ın Akdamar adasındaki kiliseyi geziyoruz. İkisi birbiriyle kıyaslanmaz yerler olsa da aynı inancın ve kültürün veçhelerindendir.
Akdamar adasında kilisenin tarihsel hikâyesi bu coğrafyanın bilinen hikâyelerindendir. Zamanında adada yaşayan Ermeni Başkeşişin Tamara adında çok güzel bir kızı vardır. Adanın karşı kıyısındaki köyde yaşayan cengâver çoban bu kıza âşık olur. Aşkından aldığı güçle çoban, Tamara'yı görmek için her gece adaya yüzer; genç kız da elinde fenerle çobana yerini belli edermiş. Bir gün kızın babası bu olayı fark eder ve çobana oyun oynamaya karar verir. Baba, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adada sürekli yer değiştirmiş. Zavallı çoban sevdiği kıza ulaşmak için coşkun dalgaların arasında oradan oraya yüzerken boğularak ölür. Boğulmadan önceki son sözü 'Ah...! Tamara' olur. Bunun üzerine kız da kendini göle bırakır ve âşıkların dünyada kavuşamadıkları hayatları aynı mavilikte son bulur, o günden sonra ada Ahtamar(Akdamar)olarak anılır.
Barselona’daki La Sagrada Familia bazilikasına gelince; modern mimarinin öncülerinden sayılan Antoni Gaudi'nin 1883 yılında devraldığı fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bazilika halen tamamlanma sürecindedir. Şehrin birçok yerinde görünen bu ilginç dev yapı ziyaretçi akınına uğruyor. Başka bir yazının konusu olacağı için şimdilik bu bilgiyle yetiniyorum.
*** *** ***
Bu yazıda Van’ın tarihine, gelişimine ve değişimine daha çok odaklanmak istiyorum. Kendini İran sınırına saklamış; tarih ve doğanın cömertçe bahşedildiği bir ilimizdir. Şehrin birçok tarihi mekânı farklı hikâyelerden süzülüp günümüze ulaşmıştır. En çok ziyaret edilen Akdamar adasına gitmek için Gevaş yoluna girdiğimizde çıplak dağların kıyısında dinlenmeye çekilmiş mavilikler içinde uzanan Van gölünün mutlu duruşuna odaklanıyorsunuz. Gemiye binip yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuktan sonra badem ağaçları arasına konumlanmış adadaki kiliseyi ziyaret etmekle başlıyoruz. Kendine özgü mimarisi ve konumuyla kiliseyi gezdikten sonra dönüş yolculuğunda Edremit’in kıyı şeridinden şehrin merkezine doğru ilerliyoruz. Gördüğüm Van, 25 yıl önce geldiğimden çok farklı. O zaman da güzeldi. Fakat şu andaki haliyle kendini aşmış bir kentle karşılaşıyorsunuz. Uçak havada iken bunun emareleri beliriyor. Havaalanına inmeden önce göl üzerinde bir süre uçuyorsunuz. İnince mavi bulutlar topluluğundan oluşan Van Gölü sizi masumca karşılıyor. Küçük dalgaların arasında bir görünüp bir kaybolan köpükler gölün turkuaz mavisiyle birleşip otantik bir ikili oluşturuyor. Vanlıların tabiriyle bir göl değil bir deniz kıyısında kendinizi hissediyorsunuz.
Çıplak dağların çevrelediği kent geçmişte birçok uygarlığa ev sahibi yapmıştır. M.Ö 750 yıllarında kurulmuş Urartu uygarlığının izlerini çokça görebiliyorsunuz. Bugünkü Van, Tuşpa adıyla Urartu Krallığının başkentiydi. Aynı şekilde tarihsel ticaret İpek yolu da buradan geçiyordu. Şu anda Van büyükşehir belediyesinin üç merkez ilçesinden ikisi Tuşpa ve İpekyolu adını almıştır. Edremit ise Van' ın göle kıyısı olan turistik merkez ilçesidir.
Van, Urartu uygarlığını dinamik tutmak ve tarihsel süreçte oluşturduğu uygarlığı tanıtmak amacıyla gümüş işleme sanatı atölyesi ve Van müzesindeki Urartu uygarlığının ilgi çekici yaşam şekli ve o dönemin sanatını temsil eden aletlerin sergilendiği güzel bir müzede hayat buluyor. Anadolu’nun mozaik renklerini barındıran Van, tarihle iç içe yaşamanın güzelliklerini barındırıyor. Şehrin, sosyal ve kültürel birikimini birçok yerde görmek mümkün. Kedi evi, Urartu el sanatları ve kültür evi(Gümüş Atölyesi) , seyir terası, Van kalesi, otlu peynir ve kahvaltı salonları bu şehrin simgelerindendir. Şehre asıl renk katan çetin dağların arasına göğün rengini çalmış bir devin usulca yatışında saklıdır. Muhteşem bir görüntüye sahip olan Van gölü, turkuaz mavisiyle şehre egzotik bir hava katarken, sınırlarının büyüklüğü ise bir iç denizi andırıyor. Masmavi suları, akşam güneşinin ışıltıları arasında farklı bir görünüme bürünüyor. Tarih ile doğanın kesiştiği bu şehrin her köşesi binlerce yıllık birikimi barındırırken Van gölü bunlara tanıklık etmenin gururunu yaşıyor.
Van şehir merkezi; kalabalık caddeleri, sanat galerisi, müzeler, kahvaltı salonları, insan ilişkilerindeki samimi davranışlar ve doğasıyla adeta insanı kendine bağlıyor. Ticari potansiyeliyle ve ünlü markaların sıralandığı çarşısıyla modern bir şehir görüntüsü veriyor. İç ve dış turizmde gelecekte kendinden daha çok söz ettirecek bu kent; insana mutluluk, huzur ve yaşama sevinci veriyor. Bu yönüyle Van, kendi coğrafyasında yarının önemli turistik lokasyonlarından biri olacağı kanısındayım. Yeter ki tarihine ve doğasına sahip çıkılsın...