Taner ARÇUKOĞLU

Yanıbaşımızda Oturan Sessiz Misafir: Ölüm!..

Taner ARÇUKOĞLU

Ölüm… İnsanlığın en eski korkusu, en derin bilinmezi. Hep uzakta sandığımız, başkalarının hikâyesinde yer verdiğimiz, ama aslında en yakınımızda duran sessiz bir misafir. Öyle bir misafir ki, ne haber verir ne de ayak sesi duyulur. Ve bir sabah uyanırken, ya da gecenin en soğuk vaktinde, usulca kapıyı çalar. Hayat, çoğu zaman onun yokluğuyla anlam bulur.

Çünkü insan, ölümün ihtimalini uzaklarda ararken, yaşamı erteleyerek tüketir. Oysa ölüm, bizimle aynı sokaktan geçer, aynı masaya oturur. Her kahkahanın, her buluşmanın, her vedanın gölgesinde o vardır. Ama biz duymak istemeyiz, çünkü kabullenmek, kırılganlığımızla yüzleşmektir. Ve bir gün... gelir. Ne zaman geleceği belli değildir. Belki tam da her şey yoluna girmişken. Belki bir tartışmanın ardından, belki de “birazdan ararım” dediğimiz bir anda. Ölüm geldiğinde, giden için her şey biter. Asıl sınav, kalan için başlar. Zaman ağırlaşır. Her şey yerli yerinde durur gibi görünür ama hiçbir şey eskisi gibi değildir. Masadaki boş sandalye, sessizce bağırır. Gideni hatırlatan bir giysi, bir not defteri, bir kahve bardağı… Her detay, geçmişin içine gizlenmiş bir çığlık gibidir. Kalan, yaşamaya devam eder ama aslında her gün biraz daha içeriye çöker. Çünkü ölüm, sadece bir canı değil; anıları, hayalleri, söylenememiş cümleleri de alır beraberinde.

İnsan bazen en çok, söyleyemediklerine yanar. “Keşke”ler büyür zihinde. Keşke daha çok konuşsaydım. Keşke vedalaşsaydım. Keşke affetseydim. Ya da sadece “keşke sarılsaydım bir kez daha.” Ama işte ölüm, geriye dönüşü olmayan bir kapıdır. Ve bu dünyada kalanlar için yaşamak, artık bir görev gibidir. Hem kendileri için hem de gidenin anısını yaşatmak için. Zaman geçtikçe acı şekil değiştirir. İlk günlerde boğazı düğümleyen yas, zamanla bir iç çekişe, bir yokluğa alışma hâline dönüşür.

İnsan, yokluğa alışmayı öğrenir ama özlem hep baki kalır. Çünkü bazı boşluklar hiçbir şeyle dolmaz. Sadece kabullenilir. Ölümle barışmak, ölümü romantize etmek değil; onun kaçınılmazlığı karşısında insanın ne kadar küçük olduğunu fark etmektir. Belki de bu yüzden, yaşarken sevdiklerimize daha sık sarılmalıyız. Söylemek istediğimiz cümleleri ertelememeliyiz.

Hayatın içinde dolanırken, ölümün de bizimle yürüdüğünü unutmamalıyız. Çünkü o misafir, her an gelebilir. Ve geldiğinde, keşke dememek için şimdi yaşamalıyız, şimdi sevmeliyiz, şimdi vedalaşmadan değer vermeliyiz. Çünkü hayat, ölümle yüzleşenlerin ciddiyetini taşır. Ve yaşamak, bir gün gidileceğini bilerek kalana düşen en ağır ama en kıymetli sorumluluktur.
 

Yazarın Diğer Yazıları