Bu ülke artık hasta. Hem de iliklerine kadar. Ahlaki, siyasi, toplumsal, vicdani her cephede bir çöküş yaşıyoruz. Ortalık pislik içinde—yalnızca lağım değil, ahlaksızlık da taşıyor sokaklardan. Her yere sinmiş bir çürüme var; nereye el atsak, elimize çamur bulaşıyor.
Devletin sütunları çatırdıyor; adalet yerle yeksan olmuş. Yolsuzluk öylesine olağan ki artık “helal yolsuzluk” diye ironik deyimler türedi. Bir yerde hak aramak istiyorsanız, ya güçlü bir dayınız olacak ya da sessizce çürümeye razı olacaksınız. Aksi hâlde, sadece sistem değil, toplum da üstünü çizecek.
Her köşe başında bir sahte doktor, sahte avukat, sahte memur… Parası olan diploma, imza, unvan alıyor. Devletin makamları, liyakatsizliğin çöplüğüne dönüşmüş durumda. Birileri halkın sırtından saltanat sürerken; adalet isteyen halk, kapı kapı dolaşıp sessizce çürütülüyor.
Yolsuzluk artık sistemin kendisi. Dernek, vakıf, cemaat, tarikat kılığına girmiş çeteler; sözde “proje” adı altında devletten trilyonları hortumluyor. "Eğitim vakfı", "maneviyat derneği", "yardım eli"... Hepsi koca bir yalan. Perdelerin arkasında çocuk istismarları, kara para aklamalar, uyuşturucu ticaretleri, kadrolaşmalar var. Şeyh denen adamlar, Orta Çağ’dan fırlamış gibi halkı hurafeyle, kadınları ‘günah’ bahanesiyle esir alıyor. Devlet, bunlara karşı kör ve sağır. Çünkü çoğu zaten onları besliyor!
Emlakçı çeteleri ayrı bir vurgun düzeni kurmuş durumda. Ev sahiplerini devre dışı bırakıyor, 10 bin liralık evi 25 bin liraya pazarlıyorlar. Memur, memur emeklisi, işçi, işçi emeklisine yıllık zam yüzde 34 iken, kiralara devlet eliyle yüzde 50 artış hakkı tanınıyor. Asgari ücreti geçen kiralar yüzünden kiracılar çaresiz; memur ev tutamıyor, emekli kira ödeyemiyor. Ama ev sahiplerinin umurunda bile değil! Onlar cebini doldurmanın, fırsatı sonuna kadar sömürmenin peşinde. Merhamet tatile çıkmış, vicdan ise bu piyasadan tamamen çekilmiş durumda.
Ve hayvan düşmanlığı… Sadece aç bırakmak, zehirlemek değil; artık iğrençlikte sınır tanınmıyor. Daha geçen hafta Çanakkale’de bir köpeğe tecavüz edildi! Bir canlıya böylesi bir sapıklığı yapan yaratık, hâlâ insan diye mi anılacak? İşte bu, bu toplumun vicdanının nasıl öldüğünün belgesidir. Canlıyı sevmeyen, merhameti bilmeyen, insanı da sevmez. Bu olayın failleri yargı önünde rezil edilmedikçe, bu ülkede “ahlak” kelimesini ağza almak bile ikiyüzlülüktür.
Emekli açlıkla imtihan ediliyor. 40 yıl devlete hizmet eden adam, bugün pazar filesini dolduramıyor. İşçiyle memur maaşı arasında denge kalmamış; devlet, kendi çalışanına değil, kendi yandaşına yatırım yapıyor. Ülkenin gerçek üreticileri, alın teri dökenler, sistemin çöplüğüne atılmış durumda.
Gençler… Ya uyuşturucuyla zehirleniyor ya da geleceksizlikten kendini boşluğa bırakıyor. Her gün yeni bir intihar haberi, bir başka şehirde işlenen bir kadın cinayeti… Cinayetler olağanlaştı, istismar sıradanlaştı, şiddet rutinleşti. Cinnet, artık haber değil—gündelik yaşamın ta kendisi.
Ve Atatürk düşmanlığı! Ülkeyi kuran adama nefret kusmak serbest, ona sahip çıkanlara ise baskı var. Cumhuriyetin tüm nimetlerinden faydalanan ama Cumhuriyetin ruhunu yok sayan asalak bir güruh, ekranlarda fütursuzca konuşuyor. Onların cehaleti değil asıl korkunç olan; bu ülkenin susturulmuş aydınlarının sessizliği.
Bu tabloya bakınca bir tek şey net: Türkiye artık normal bir ülke değil. Çürümüş, sindirilmiş, susturulmuş bir ülkeyiz. Hukuk yok, vicdan yok, plan yok, yönetim hiç yok. Ortalıkta dolaşan tek şey, “mış gibi” yapma sanatı…
Bu çürümüşlükle yüzleşmeden, hiçbir gerçek değişim mümkün değil.