“ Elbet biz de biliriz..
Lafı en inceden dokundurup, içini acıtmasını..
Lakin kıyılıyoruz ama
Kıyamıyoruz sevdiklerimize...//” Mevlâna
Ve yine kalbimdeki kutsallığa darbe vuran, sözlerin kölesiyim… Yüreğimin içerisinde akıp giden bir nehir olsan da, hışımla içimi yıkama; çünkü daha çok kirleniyorum… Sözüm, kibir ve gurur mevkiisini mekân tutmuşlaradır tabi ki…
“Anlamsızlığın gölgesi yüreğimize düşmeden önce, şu günün ışıltıları hatırına bir kez daha düşünelim. Eğer hep aynı şekilde yaptıysak, büyük bir ihtimalle yanlış yapmışsızdır.” Kettering
Yaşama kattığımız değer kadar varız… Tutkularımız ve varoluş ideallerimizdeki kalitedir bize mutluluk veren... Ne garip… Çocukken yarın neler oynayabiliriz diye düşünürdük, Şimdiyse, yarın hayat bize neler oynayacak diye düşünüyoruz.
Öncelikle işimiz; erdemi ve mutluluğu yaşatmaktır. Geleceğin ışığını ve parlak günlerini hep birlikte yaşamak istiyorsak eğer; her türlü kültürel değerlerimizi bilmek, anlamak, paylaşmak ve ders almak zorundayız…
“Mutluluğun sırrı; bir insanın istediği işi yapmasında değil, yaptığı işi sevmesidir.” Diyen Barrie’ ye katılmamak mümkün mü? Doğru düşünce olmadan doğru hareket olmaz. “ALLAH’ın rahmeti güzel düşünüp, güzel iş yapanlara çok yakındır. . . (A’raf Sûresi/56) ayeti kerimesinin mesajı burada bir kez daha devreye girer. Çünkü insanın değeri, aradığı şeyle ölçülür. İnsan neyi ararsa ona lâyıktır. Biz eğitimcilerde mutluluk arayan topluma, yol göstermek görevi yüklenmiştir. En üst seviyede yardım etmek ve yol göstermek zorundayız. Kılı kırk yararak, işimizin ayrıntılarını ve zorluklarını bilmemiz gerekir… “Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” İnşirah 6
Kendi acizliğimize sığınmış pısırık bir eğitimci mi olacağız; yoksa mesleğin zirvesinde en üst seviyede öğrencilerimize ve öğrenci velilerine rehber olup, önderlik mi yapacağız. Tüm olumsuzluklar karşısında teslim mi olacağız. Her şeyden önce kabalığın çirkinliğin, güvensizliğin ve kendi benliğimizin kulluğundan kurtulup, hakikatlerin kulu olarak Hakk’a ve halka hizmet olmalı düsturumuz. Met cezir gibi gidip gelen afaki duygularla hakikat bulunur mu…?! Hakikatlerimiz toplumun hizmet beklentisi ile muhakkak ki uyuşmalıdır.
Tarafgirliğimiz, hakikatin önünde bir engel oluyorsa eğer, işte külliyen kul hakkını sonuna kadar çiğnemişiz demektir. Asla buna fırsat vermemeliyiz… Kendi doğrularımızla hareket edip, vazgeçilmez tutkularımız yüzünden öğrencilerimizi, öğrenci velilerimizi ve de başkalarını incitme hakkına sahip değiliz. Gerçeği idrak etmek için farklı ihtimalleri göz önünde bulundurmak lazımdır.
Hayat hakikatini kaybetmek istemiyorsak, insanı insandan ayıran gereksiz kuruntulardan
kurtularak, insanı insanla buluşturan kutsallarla birlikte bilimsel ve evrensel değerleri yaşatmalıyız… Kişisel öfkemize ve ya dünya görüşümüze yenilerek başkalarını yok saymak… Böyle bir tutum öğretmenlik mesleğinde asla yoktur.
İtibarımız mı yok? Değer mi görmüyoruz?... İtibarımızı kendi bilgimiz ve hizmetimizle gerçekleştirerek, saygınlığımızı artıracağız. Birçok olumsuzluklarla karşı karşıya kalabiliriz. Sabırla, azimle çalışmalı, sevgiyi samimiyetle sergileyip hizmet sunacağız. Tabi ki her türlü olumsuzluğa göğüs gerelim demiyorum.
Ancak bugün eğitimciler, yalın ayak, başıkabak taifeden sayılıyor, başkalarına yaranmak isteyen saray memurları olsun isteniyor. Eğitimcilerin bu hengâmede; zıtlıklar içerisinde savaşan bir ruh alanına sürüklenmesi doğru değil, Gerçek vatansever eğitimciler eyyam dümbelekliği yapamazlar. Bu yüzden bu ülkenin eğitimcileri pürmelal savunmasız da değildir… Tabi ki can ciğer kuzu sarması da olmayabiliriz…
Ancak eğitimcilerin işi; çağın gereklerine uygun, donanımlı, üretken, tarihini, kültürünü bilen, milli duygularına sahip öğrencileri; samimiyetle öğrencilerini yetiştiren ve hayata, geleceğe hazırlayan öğrenciler yetiştirmelidir. Saygılarımla…