Ziya KESRİKLİOĞLU Eğitimci-Yazar

Görünme/ Gösterme Hastalığı (*)

Ziya KESRİKLİOĞLU Eğitimci-Yazar

Geçenlerde bir arkadaşımla birlikte uzun yıllar Ankara’da bir bakanlıkta idareci olarak görev yapan bir arkadaşının annesinin vefatı nedeniyle taziye ziyaretine gitmiştik. Bizi rahmetli annesine ait evin bahçesinde kabul eden arkadaş, hoş geldiniz, dedikten sonra -her nedense hiç münasebeti yokken- yanındaki  bir başka misafire ‘dün vali beyin ve sayın milletvekili……’nin taziyeye geldiklerini anlatmaya başladı. Bizden az sonra gelenlere de aynı cümleleri tekrar ettiğini görünce oldukça şaşırmış, konuyu anlamaya çalışmıştım. Bu cümlenin bizim duyacağımız tonda hem de iki kez söylenmesine anlam verememiş orada oturduğumuz yaklaşık 20 dakikalık süre içerisinde ona bu ayrıntıyı söyleten zihinsel arka planı merak etmiştim.

Bir kimsenin birinci derece bir yakını için taziyelerine gelen dostlarına ve protokol üyelerine basın veya sosyal medya aracılığı ile teşekkür mesajı yayımlamasına alışıktım. Bunda yadırganacak bir durum yoktu. Fakat taziyelerine bizzat gelenlere -hem de kimseler merak edip sormadığı halde-bunu tekrar tekrar söylemesi nasıl bir ruhsal durum formudur, psikolojide bunun adı nedir? Doğrusu bilmiyorum.

Bir insan –hem de acılı bir gününde-bunu söylemeye neden ihtiyaç duyar?
Kişinin taziye günlerinde bile durumdan vazife çıkarma, protokol üzerinden itibar devşirme gereksinimi duyması nasıl bir haleti ruhiyenin ürünüdür? Vali ya da vekil taziyeye gelince annesi mezardan mı kalkacak? Ya da onların okudukları Fatiha’ya duble sevap mı veriliyordu? Hala anlamış değilim.

Daha sonra zamanı geriye ileriye doğru sararak şöyle bir düşündüm;
Bu arkadaş yaklaşık 40 yıllık giydiği takım elbise ve kravat alışkanlığını emekli olduktan sonra da bırakmadı.

Kravatın tatil günlerinde, mezarlıkta hatta taziyede bile kendisine bir prestij kazandırdığına, çıkarması halinde saygınlığının azalacağına hatta kaybolacağına inanan garip bir eziklik hali yaşıyordu. Emekli olduğu halde halen katıldığı resmi, özel tüm etkinliklerde protokolde oturan; gördüğü her zengin, şöhretli, makam sahibi ile fotoğraf çektiren ve bunları mutlaka sayfasında yayımlayan 70’lik bir zavallı görüntüsü veriyordu.(**)
Kravat karşıtı biri değilim. Halen gerektiği yerde takarım. Lakin doğrusu bu kafayı hâla çözebilmiş, anlayabilmiş değilim. Çözen varsa öğrenmek isterim.

BU EZİK KAFA SADE BİZDE VAR
Tanık olduğum bu manzara beni yıllar önce yaptığım bir yurt dışı seyahatine götürdü.
Bundan 17 yıl kadar önceydi.  Yunanistan’ın  Myrina ve Moudros Belediye başkanları Athanassios Skamagkis ve Kostas Adamides’in davetleri üzerine Belediye Başkanımız Av. Cemal Akın’a vekaleten Gökçeada Belediye Başkanı Yücel Atalay’la birlikte Malatyalı ünlü şair ve mutasavvıf Niyazi-i Mısri hazretlerinin kabrinin  bulunduğu Yunanistan’ın Limni adasına gitmiştik. Sıcak denebilecek bir mevsimde gitmemize rağmen yanımıza takım elbise ve kravat almayı ihmal etmemiştik. Ne de olsa ziyaretin resmi bir tarafı vardı. 
Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sora adaya varmış kalacağımız otele yerleşmiştik. Sabahleyin duş ve kahvaltıdan sonra ilk işimiz takımları giymek oldu. Sonuçta kardeş belediyelerin sayın başkanlarıyla görüşmeye gidecektik. Otelimiz Belediye binalarına yakın olduğundan yürüyerek gelmiştik.  Bir de ne görelim belediye başkanları gelen bazı meclis üyeleriyle birlikte bizi kot pantolon ve tişört’le karşıladılar. Adada bulunduğumuz iki gün boyunca başkanlar dâhil hiçbir görevlinin ne takım elbise giydiklerini ne de kravat taktıklarını görmedik.

Yani diyeceğim o ki, bu kıyafetleri bizler onlardan almış olmamıza rağmen onlardan daha fazla önemsemiş, kraldan fazla kralcı kesilerek sahip çıkmıştık.

Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerin ulusal meclislerinde erkek vekillerin kravat takma zorunluluğu bulunmuyor. Aynı serbestlik ülkeden ülkeye değişiklik arz etse de okullarda, devlet dairelerinde memurlarda, öğretmenlerde de var. Almanya, İngiltere, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Malezya..gibi birçok ülkede temsil makamında bulunan az sayıdaki üst düzey kamu görevlileri dışındaki memur ve çalışanların ceket giymeleri ve kravat takmaları isteğe bağlı.

Kılık kıyafetle prestij veya saygınlık kazandığına inanma anlayışını batılı ülkeler yavaş yavaş terk ediyorlar. Ne giydiğinizle, nerede kaç saat oturduğunuz ve çalıştığınızla da ilgilenmiyorlar. Bunun yerine liyakatinize, daha önemlisi ne ürettiğinize bakıyorlar.

Bu anlayış dalga dalga büyüyecek, kim bilir belki yakın bir gelecekte mesai kavramı da ortadan kalkacak. Ülkemizde de bu yönde ciddi çalışmalar var. Bazı kurumlarda belli departmanlarda başladı bile..

GÖRÜNME, GÖSTERME TUTKUSU
Günümüzde iletişim teknolojilerinin gelişmesi, hayatın ayrılmaz bir parçası olmasıyla beraber sanal ortamlar neredeyse bazı insanların yaşam alanı haline geldi. Bazıları yaşadığı her anı en ince ayrıntısı ile sosyal medyada paylaşıyor. Paylaşmadıkları günü hatta saati neredeyse kayıp sayıyorlar.

Gerçek hayatta alabildiğine asosyal olup, apartmanda on komşusundan sekizi ile konuşmayan adam bakıyorum, günde beş- altı paylaşım yapıyor.

Adam, anı yaşamaktan, ondan zevk almaktan çok, göstermenin peşinde. 
Adeta, ‘beni gör, beni tanı, beni farket’ diye yırtınıyor.

Bir de öyle gariban biriyle selfie çekmiyor. Çekse de bunu paylaşmıyor. Paralı, şöhretli, makam sahibi kişilerle çektiklerini paylaşıyor.

Kadın 5 yaşındaki çocuğu ile sahilde dondurma yerken selfie çekip ‘oğlumla mutluyuz, onu çok seviyorum..’ diye not paylaşıyor. Pardon bayan sen oğlunu değil, göstermeyi seviyorsun. Mutlu da değilsin, mutlu olan bunu yaşar, tadını çıkarır. Göstermeye gerek duymaz.

Diğeri hastaneye yatmış, gün boyu ziyarete gelenleri paylaşıyor. Bir diğeri ayda, iki ayda bir anne babasının kabrini ziyaret ediyor, takdir edilecek bir davranış bu. Fakat hepsini paylaşıyor. Yahu sen bu ziyareti ebeveynini özlediğin için, onlara duada bulunmak ya da Rabbin rızasını kazanmak için mi yoksa birilerine göstermek için mi yapıyorsun. Her şeyi göstermelik ve yapmacık. Dijital çağda sanki en büyük yoksulluk, sahicilik olmuş.
Sürekli olarak kendi fotoğrafını, yediklerini içtiklerini gittiği gezdiği mekânları paylaşma isteği uzmanlar tarafından “psikolojik bir rahatsızlık” olarak nitelendiriliyor. Bu rahatsızlığın nedeni, üstünlük duygusu empati noksanlığı kendini özel zannetme beğenilme ihtiyacı ve hayranlık beklentisi olarak sıralanıyor. Ünlü Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan “Günde üç defadan fazla kendisini sosyal medyada gösterme,  sergileme ihtiyacı hisseden kişilerin narsist davranış bozukluğu içerisinde olduklarını..” söylüyor.

Genç Psikoterapist Gökhan Ergür de kitabında;
“Görünme arzusunun ardında yatan şey temelde, eksiklik duygusunun telafi edilmeye çalışılmasıdır. Sürekli parlayan, gürültü çıkartan, göze batan, dikkat çekmeye çalışan "şeylerin" birincil amacı öteki tarafından fark edilmek ve takdir görmektir. Aile ya da iş ortamlarınızı düşünün, bazı profiller sürekli gündemdedir, bulunduğu her ortamda yüksek sesle konuşan, kişisel özelliklerini, sahip oldukları nesneleri ön plana çıkartan, ilgi birazcık kendi üzerinden kaydığında rahatsız olan, o ilgiyi yeniden kazanmak için tuhaf şeyler söyleyen ya da yapan kişileri kolaylıkla hatırlayacaksınızdır” diyerek, her yerde görünme isteğinde bulunan kişilerin hastalığına dikkat çeker. (Ergür Gökhan, İnsaniyet Namına, 41)
Bu tespitlere göre çevrenizde ya da sosyal medyada tanıdığınız kişilerin ne kadarının ruh sağlığı yerinde, varın siz hesap edin.

GÖSTERMEK DÜŞÜNCESİZLİK VE GÖRGÜSÜZLÜKTÜ
Biz çocukken poşetler yoktu. File ve açık kahve renkli kese kâğıdı vardı. Babamız, bakkaldan manavdan aldığımız öteberiyi fileye koyarak eve getirdiğimizde; “Neden kese kâğıdına koyup getirmedin yavrum. Filenin içindekiler görülüyor, olan var olmayan var...” diyerek bizi uyarır, bazen kızardı. Sonraki yıllarda ilkokul öğretmenlerimizin aynı duyarlılıkla beslenme çantalarına muz konulmamasını istemeleri gibi… Yine evde pişirilen taze ekmeğin, gözlemenin, kavurmanın kokusu gider, canı çeker diye annelerimizin bir tabağa koyarak bizimle komşumuza gönderdikleri kokusu tüm mahalleyi saran nefis yemekler… Bugün sosyal medyada yiyip içtiklerini paylaşarak olmayanların gözlerine gözlerine sokmak yerine aksine paylaşma, hatta doymadan çok doyurmanın lezzetini, onun huzurunu tatma gibi ulvi amaçları vardı onların.

Kokusu komşuya gitmiştir diye bir tabak yemek gönderen nesilden, yediğini poz vererek paylaşan görgüsüz bir nesle dönüştük
Babam yıllarca tek maaşla iki odalı kiralık bir evde 9 kişilik ailemizi kimselere muhtaç etmeden mutlu mesut yaşatırken, bugün karı koca çalışarak bazen 300-400 bin liraya yakın paranın girdiği tek çocuklu ailelerin dahi ekonomik sıkıntıdan şikâyet ettiklerine, mutsuz olduklarına tanık oluyoruz.

Evet, evler büyüdü, ama aileler küçüldü. Zekâ alabildiğine arttı fakat merhamet azaldı. Hemen herkesin aracı oldu fakat sıla-i rahim azaldı. İletişim araçları tarihte olmadığı kadar gelişti, arttı ama muhabbet azaldı. Bilgi arttı güven azaldı. Ben’ler büyüdü. Biz’ler azaldı… Özetle eskiden her şeye sahip değildik belki ama daha mutlu ve huzurluyduk.

Çünkü bereket vardı 
Bereket olmayınca huzur gitti!
Komşun açken mutlu olamazsın
Komşun açken huzurlu olamazsın, 
Güvende hiç olamazsın
Vesselam…

(*) Önceden yazmıştım.
(**) Burada gençleri, sanat ve siyaset erbabını ayrı tutuyor, onların bu tarz paylaşımlarının nedenlerini biraz olsun anlıyorum. Fakat siyasete girme cesareti de olmayan 60’lık,70’lik bazı dedelerin ısrarla görünme, gösterme çabalarını bir türlü anlayamadığımı ifade etmeliyim.
 

Yazarın Diğer Yazıları