‘Evlat, Evine Dön!’ - Recep ÖREK

‘Evlat, Evine Dön!’


Eğer o kitabı okumasaydım eksik kalırdım. Bazı kitaplar vardır ki adres arar gibi sizi bulurlar. Hangi kitaptan bahsettiğimi aşağıda anlatacağım. O kitapla tanışmasaydım belki de günün birinde; “Evlat, evine dön” klişesine uyup bu maceraya son verebilirdim! Ancak kafamdaki cevapsız çetin sorulara bir yol vermem gerektiği konusundaki fikirlerim bu kitaptan sonra bir ezilme yaşadı. Edebiyat yolculuğunun zor süreçlerini biliyordum. O kitabı okuyunca düşüncelerim daha da karışık bir hal aldı. Fildişi kulelerinden bakan ve kelimelerle istediği gibi oynayan yazarların yanında belediyenin tahsis ettiği semt pazarındaki köylü kadınların yoğurt satışı gibi kelimeleri satmaya çalışmak…! Martin Luther King’in dediği gibi, “Bu hiç adil değil!”
      
Bu hikâyenin neresindeyiz sorusuna, bu işle iştigal edenler yıllardır cevap arıyor.  Aslında tarihsel olarak yazma serüveni başladığından beri insanlar huzursuz. Öyle olmasaydı Fernando Pessoa “Huzursuzluğun Kitabı” eserini yazmazdı. Herkes yazar olmaya ya da yazmaya çalışır. Bu yazma sürecinde ya amatörlük ya da profesyonel. Bunun ortasını ifade edecek “ kalfa”  gibi bir kelime daha icat edilmedi. İkisi arasında o kadar çok mesafe var ki küçük bir hamle ile zirveye tırmanamazsın ya da dibi boylayamazsın. Velhasıl zor bir süreç. Zaten başladığınız yerde uzun süre kalırsanız bir kabullenmişlik başlar. Küçük bir bakkalın marketler zinciri kurması kadar zor ve çetin bir yol. Zaten köşede “evlat, evine dön “ gibi bir seçenek dururken tüm bunları düşünmek…
        
Hayatın zorlu basamaklarını tırmanmak pek kolay değil. Çalışmak, üretmek ve şans faktörüyle yüzleşmek de gerekiyor. Robert Stone denen adam öyle bir cümle kurmuş ki neresinden tutmak gerekir, bilemiyorum. “Bir şeyin kalıcı olması için ya granitten ya da sözcüklerden yapılmış olması gerekir” demiş.   Granit hiç anlamadığım bir sektör. Sözcükler geriye kalıyor ki onun da hali ortada…!  Pazarda yoğurt satan köylü kadınların yoğurdu gibi doğal olsa da alıcısı sınırlı.  Stone, noktayı koymuş kendi soyadı gibi. İş, daha çok kelimeleri büyütmeye kalıyor. Önünüzde uçsuz bucaksız bir doğa ve milyonlarca insan var ve siz bunlardan bir hikâye üreteceksiniz. Yazın dünyasında bu alanlar çoktan rezerve edilmiş. Kimi Kafka gibi bir böceğin hayatı üzerinden insanı anlatmış,  kimi Dostoyevski gibi insan davranışlarının bilinçaltının derinliklerine inerek ruhsal çözümlemeler yapmış, kimi de münzevi ve yalnızlık duygusunun sınırlarını zorlayan Robinson Crusoe gibi eserleri edebiyat dünyasına armağan etmiştir. 
       
Kimisi de daha farklı alanlara yönelmiş. Alan daraldıkça daralmış. Hadi, doğaya el atıp insanın doğayla ilişkisine dair edebi betimlemeler yazıp kurguyu bu alana kaydıralım diye düşünürseniz; Yaşar Kemal, o gür sesiyle “hey evlat, ne iş “ sesini işitir gibi olursunuz.  Torosları tüm Çukurova’ya gölge yapmış,  gel de bunun üstüne edebiyat üret!  Şiir desen onu da Nerudalar, Kısakürekler ve Nazımlar o işi çoktan kapatmış. Bilim kurgu yazayım dersen bu işle uğraşan o kadar kişi var ki oradan da bir şey çıkmaz. Acaba diyorum çocuk kitaplarına mı yönelsem diye, orası daha da karışık. Birçok yazar çok satılıyor diye çocuk kitabı yazmaya yönelmiş. Altyapısı çok sağlam olmayan bir yolda olsalar da o yol da kapanmış gibi. Stone’ye gel de kızma.  Kalıcı olması için kelimelerden bir şeyler yapmalısın demiş! Hepimizin derdi de bu değil mi? Kalıcı bir şeyler bırakalım bu dünyaya.  Sözcüklerin dünyasında kalıcılığın ihalesi bize kalmış anlaşılan. Talih, tesadüf,  mukadderat ne derseniz deyin, kırk ortaklı bir gayrimenkul mirası gibi. Çık, çıkabilirsen işin içinden.
          
Neyse tam bu işten soğuyup boş ver, bu dünyada kalıcı bir şey bırakmadan da hayat güzel deyip bir kafede kahvenizi yudumlayıp internette gezinirken ismini telaffuz etmenin zor olduğu bir yazarla karşılaşıyorsunuz. Chuck Palahnıuk. Bunu Bi’ Düşün diye bir kitap yazmış. Yukarıda bahsettiğim kitap bu işte. “Yazarlık Yaşamımda Gidişatı Değiştiren Anlar” başlığıyla yazarlık hayatının serüvenini anlatmış. “Eğer kendinizi yazar olmaya adadıysanız burada söyleyeceğim hiçbir şey sizi durduramaz. Ama adanmış değilseniz söyleyebileceğim hiçbir şey yazar olmanızı sağlamaz.”  Kitabın adı gibi “bunu bi’ düşün” cümlesinin altına onlarca düşünce, plan, proje tasavvur etmek zorundasınız artık. Yeni yolculuklara çıkıp; kelimelerin, kurgunun, yalnızlığın, sevginin, aşkın ve doğanın girdaplarında gezinip uygun bir yer bulduğunuzda edebiyatın o masum kalbine sığınıp düşünceleri kelimelere yedirmeye çalışırsınız. Bunu bi’düşün artık hep düşün’e evrilmiştir. Bundan sonraki maceranız eskiye göre daha zor, çetin ve engebelerle dolu!
          
Kolay kolay vazgeçemiyorsunuz bu maceradan. Kelimelerin ve kitapların kokusunu insan bir aldı mı? Kimse kolay kolay sizi bu yoldan alıkoyamaz.  Okumak ve yazmak. Her insanın yaşamla ilişkisi farklı olsa da bizler, hayatın güzelliklerini okumanın ve yazmanın derinliklerinde arıyoruz, yaşamı anlamlandırmak adına. Kelimelerin dünyasında anlam yolculuklarına çıkıp gökyüzünün renklerinden hayata dair hikâyeler örüyoruz. Zaman zaman umutsuzluğa kapıldığımız da oluyor. Evlat, evine dön sözünü yeniden düşünüyorum...  Bret Easton Ellis bu sözü gerçekten inanarak mı söyledi, yoksa yeni rakiplerini bu yoldan döndürmek için mi? İnanın bilmiyorum, ama bana söylemediği kesin! Eve dönmeyi düşünmüyorum. Yine de bu söz arada sırada beni yoklamıyor değil…!
 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
28Şub
21Şub

5 Milyon Kişi Neden Yalnız?

02Şub

Bir Gecede Kaybedilen Yarınlar

10Ara

PISA Neden Önemli?

22Ekm