Türk Ocağı Eskişehir Şubesi Perşembe Sohbetine Türk Ocakları Genel Merkez Yönetim Kurul üyesi G.Ü. Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Akif OKUR konuk oldu.

Türk Ocağı Eskişehir Şubesi Perşembe Sohbetine Türk Ocakları Genel Merkez Yönetim Kurul üyesi ve Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Akif Okur 'Terör ve Savaş Kıskacında Türkiye' konulu konferansıyla katıldı.

PAYLAŞ
Harput Sancak Haber - Harput Sancak Haber

Türk Ocağı Eskişehir Şubesi Perşembe Sohbetine; Türk Ocakları Genel Merkez Yönetim Kurul üyesi ve  Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Akif Okur “Terör ve Savaş Kıskacında Türkiye” konulu konferansıyla katıldı.

 

Sayın Okur “Terör ve Savaş Kıskacında Türkiye”  konulu sohbetinde;

Türk dış politikası pek çok sorunla yüz yüze. Bu sorunlara cevap verebilmek için, bu sorunlar karşısında Türkiye’nin menfaatlerini koruyabilmek için çok büyük bir hassasiyetle hareket edilmesi lazım. Çok ciddi planlamalarla hareket edilmesi lazım. Ancak biz hem Ortadoğu’ya baktığımızda hem Türk dış politikasına birçok anlamda baktığımızda bu hassasiyetin eksikliğini görüyoruz. Planlama hatalarını görüyoruz. Bu yüzden dış politikada atılan bir kısım yanlış adımların, daha sonra Türkiye’nin karşısına ciddi maliyetler olarak çıkmaya başladığını görüyoruz. O yüzden Türk dış politikası, bugün baştan sona yeniden, bölgenin, dünyanın ve Türkiye’nin gerçeklerine göre ele alınmayı bekliyor.

En büyük sorun kaynağı olarak da şu anda etrafımızda yaşanan büyük yangını görüyoruz. Suriye bir iç savaşın içerisinde. Suriye’deki iç savaş, Türkiye’nin beklentilerinin ötesinde bir biçimde cereyan etti. Çok kısa bir zaman diliminde sona erecek bir çatışma beklentisi ile hareket edildi ama iç savaş uzadı. Bölgeye, bölgedeki krize müdahil olması umulan-beklenen aktörler, Suriye’deki krizi sonlandırmak için adım atmadılar. Bu da tabi Türkiye’ye çok ağır maliyetler yükledi. Türkiye krizin başlarında, uluslararası toplumu harekete geçirebileceği düşüncesiyle Suriye’den Türkiye’ye göçü teşvik etti. Ama Türkiye’nin koyduğu çıtalar hızla aşıldı. İlk başlarda yüz bin gibi bir rakam telaffuz edilmekteyken, bugün Türkiye’deki mülteci sayısı milyonla ifade ediliyor. Geleceğe dönük olarak, Türkiye’nin halletmesi gereken önemli bir mesele, sınırımızın dibinde pek çok terör örgütü var.

Ben sürecin başından itibaren, çözüm süreci değil de, çözülme süreci olduğunu düşünüyorum. Çünkü dünyada, terör örgütleri ile mücadelenin işleyen bir formatı vardır. Yani başarılı bir terörle mücadele nasıl yapılır denildiğinde, karşımızda bir kısım örnekler var. Bu örnekleri incelediğimiz zaman şu sonuçlara varıyoruz: 1- Terörle mücadele uzadıkça, terör örgütleri yoruluyor ve devletler kazanıyor. Çünkü terör örgütleri değil, devletler kurumsal yapılardır. Devletlerde yönetimler gidiyor, yeni yönetimler geliyor ama terör örgütleri kendilerini kuran kadroya mahkumlar. Bu kadronun yaşlanmasıyla beraber örgütler ümitlerini yitiriyorlar ve kararlı duran, mücadelede ısrar eden devletler kazanıyorlar. Türkiye’nin o yüzden pozisyonunu bozmaması lazımdı. Türkiye bu eğilime tam ters bir biçimde, kendisi geri adım atmış durumda bulunuyor. Bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. 2- Dünyada terör örgütlerinin silahsızlandırılması hususunda müzakere ancak şu aşamada başarılı oluyor: Terör örgütleri asla kazanamayacaklarını görüyorlar, yenildiklerini görüyorlar, kendilerine mücadelelerini canlandıracak biçimde destek verebilecek hiçbir aktör-unsur olmuyor. Bir ümitsizlik halinde son halka olarak silahı nereye teslim edeceğini konuşabiliyorsunuz. Ama Türkiye’nin örneğinde olduğu gibi bunlarla siyasi müzakere falan yapmıyorsunuz.

Terörle mücadele için avantajlı olan zaman dilimini terörle mücadele etmemeye ayırdık. O yüzden çok önemli bir tarihî fırsatı kaçırmış olduk. Bir başka önemli yanlışımız, Suriye sınırında PKK’nın belli bir coğrafyayı yönetmesine izin vermek oldu, PYD adı altında. Örgüt, bu sayede hem özgüven tazeledi, Türkiye’den taleplerinin çıtasını yükseltti hem uluslararası alanda diplomasi yapma imkanını buldu, ABD dahil büyük güçlerle temasa geçti, onlarla IŞİD’e karşı mücadele örneğinde olduğu gibi adeta bir ittifak ilişkisi geliştirmeye çalıştı. Eğer silahımı dünya sisteminin güçlü aktörlerinin hasım gördüğü unsurlara karşı yöneltirsem, o zaman silahımın elimde kalmasını isterler diye düşündü ve destek tabanını, destek alanını genişletti. Türkiye ise bu süreci izledi, yani PYD’nin orada varlığını, var olmasını ve ayakta kalmasını. Bu da tarihî yanlışlardan bir tanesiydi. Şimdi Türkiye’de yapılan araştırmalara bakıldığında, sürecin başlamasından evvelki ve sonraki bilimsel araştırmalara bakıldığında, biz bir çözülme dinamiğinin işlemeye başladığını görüyoruz. Daha önce etnik kökenini düşünmeyen, hangi kökenden gelirse gelsin kendisini Türkiye’de eşit yurttaş hisseden insanlar, süreçle beraber ekranlardan yürütülen o büyük, muazzam propagandanın tesiriyle kendilerine etnik köken aramaya başladılar. Bu da tabi toplumdaki karşılıklı kutuplaşmayı ve huzursuzluğu artırıyor. Biz, etrafımızda etnik kökene dayalı siyasetin, ülkeleri nasıl parçaladığını en canlı biçimde izleyen bir ülkeyiz. İşte Irak’taki çatışmaların sebeplerine bakıldığında, her etnik unsurun etnik kökeni itibarıyla siyasileşmesinin sonuçlarını görüyoruz. Suriye’de benzer bir durum görüyoruz. O yüzden Türkiye’nin, bu etnik tuzağın içine düşmemesi lazım. Bir an önce uçurumun kenarından arabasını çekmesi gerekiyor.

Büyük Ortadoğu Yangını, dünya düzeninin çatışmaya doğru evrilen dinamikleriyle Türkiye'nin sınır boylarında buluşuyor. Önümüzde uzun ve zorlu bir mücadele çağının kapıları açılıyor. Kopmakta olan fırtınayı en az badire ile atlatabilmek için dünkü yanlışları tekrarlatmayacak bir stratejik göze ihtiyacımız var. Bu yüzden yeni "Türk gözü"nün parametreleri, 2016'daki tartışma gündemimizin ayrılmaz bir parçası olmalı. Zira, göz değişmeden göreceklerimiz değişmez...” dedi.

 

 

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN