Dr. Esad FEYZİ (Bilim Önderlerimizden) - Şakir ALBAYRAK Eğitimci&Yazar

Dr. Esad FEYZİ (Bilim Önderlerimizden)


Not: BİLİM ÖNDERLERİ 2018, AKADEMİ YAYINLARIınca yayımlanan kitabımın 2. baskısı için çalıştığım bu metni, okurlarıma 2. baskısı yapılmadan önce takdim ediyorum. 2. baskıya aynen tatbik edilecektir.

Adı :  - DR. ESAD FEYZİ
Doğum tarihi: 1874
Yaşadığı devir: Osmanlı İmparatorluğu 2. Abdülhamid devri
Ölüm tarihi: 1901
Künyesi :  
Hocaları: Dr. Antranik Paşa, Vasil Naum Paşa (1855-1915) Dr. Ali Rıza Bey (1867-1904)  jeoloji ve mineraloji hocası İbrahim Lûtfi Bey (1838-1903) 

Eserleri: İlmü’l-Arz ve’l-Ma’âdin (  Jeoloji ve Mineraloji ), Röntgen Şu’a’tı ve Tatbikat-ı Tıbbiye ve Cerrahiyesi (Röntgen Işınları ve Tıp ve Cerrahi Uygulamaları) Ayrıca röntgen ışınları konusundaki ilk bilimsel makaleyi de bizzat yayınlamıştır: “ Röntgen şu’a’â-tının sûret-i istihsâli, havvâsı, mâhiyeti, tatbikât-ı tıbbiyesi”. Bu makale Nevsâl-i Âfiyet dergisinde yayınlanmıştır.( 12.12.1903) 

Buluş/İcad/ Alan: Röntgen cihazı, Röntgen cihazı ile ilk tespitler. Türkiye'de radyolojinin öncüsüilk tıbbî radyolojik görüntüleme.

Değerlendirme: Beşeriyetin savaş tarihine kalın hatlarla bile bakıldığında, savaşların insanlığa keder ve acı yaşattığ gerçeğini hemen görürüz. Bir kavle göre de barış isteyenin savaşa hazır olması grektiği keyfiyeti ortadadır. Bu durum, bizde, şair ve hekim Abdülhak Molla’nın "Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh;/ Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.”  beytindeki mana ile hafızalara yer edinmiş bir anlayış halindedir. Her ne kadar savaşlar acı ve keder doğururlarsa da barış içinde yaşayabilmenin tek şartı, savaşa hazır yaşamaktır zira savaşa hazır olmak güçlü olmaktır. Güçlü olanın huzurunu bozmaya kimse cesaret edemeyeceği için barış ve huzur bozulma tehlikesine maruz kalmayacaktır. Bu da kuşkusuz devletin sahip olduğu gücüne bağlıdır. Güçlü olduğunuz keşfedildiği zaman, bırakın savaşma arzsunu, savaşmamak için önünüzde dokuz takla atarlar. Bu yüzden güçlü olunması grekir. Barışın devamını temin için gücü çağrıştıran bir kavram olarak  “İşte aduv karşıda hazır silah/Hazır ol cenge istersen sulh u salah” ibresiyle de yaygındır.

Barış halini sürdürmek isteseniz de günün birinde savaş gerçeğiyle yüz yüze kalma mecburiyeti söz konusu olur. İşte bu mecburiyetler sebebiyle savunma teknolojilerinin gelişmesi yanında, sağlığı korumaya dair de gelişmeler geri durmaz. Özellikle beden sağlığını ilgilendiren tedbirlerin neler olduğu herkesin gözü önüne çıkar. Savaşların bıraktığı psikolojik sorunlar da hat safhada olur.

Dr. Esad Feyzi’nin tanınma sebebi de bir savaştır, (Türk- Yunan Savaşı, 1897). Bir savaş sonucu tanımışız ama kim olduğu konusunda, meraklıların ve akrabalarının tanıdığı biri olmaktan çıkamamıştır zira ne askeri tıp tarih programlarında ne tıp tarihi dersi programlarında yeteri kadar yer almıştır. Üzüntüye sebep olan da bu keyfiyettir. Ecnebilerin boy boy fotoğrafları ve hayat hikâyelerinin kütüphanelerimizi işgal etmesine rağmen Esad Feyzi’yi akrabaları ve meraklıları dışında kimse bilmemektedir.
Öyle ya kimdir Dr. Esad Feyzi?

Üsküdarlı kolağası Feyzi Ağa’nın oğlu Esad, 1874 yılında, Gemlik’in Pazar nahiyesinin Gönenç Köyünde doğmuş, İstanbul’da Davut Paşa Askerî ortaokulunu ve lisesini bitirdikten sonra Askeri Tıp Fakültesine girmiştir.

Liseden beri Fen derslerine oldukça meraklıdır. Hocaları, Dr. Antranik Paşa, Vasil Naum Paşa (1855-1915) Dr. Ali Rıza Bey (1867-1904)  jeoloji ve mineraloji hocası İbrahim Lûtfi Bey (1838-1903) den çok yararlanmıştır.  Zamanımızda, öğrencinin öğretmeninden yararlanması gibi bir kavram mevcut değil, öğretmenin zorlamasıyla sınıf geçecek kadar bildiler mi yetiyor. Demek ki Esad Feyzi’nin kendine özgü hedefleri var ki hocalarından yararlanmanın yollarını seçiyor ve başarıyor hatta fizik laboratuvarının yeterli hiznmet vermeinde büyük emeği, payı vardır dahası ithalen elde edilmesi gereken alet ve edavatı kendi el emeği ile yaptığı unutulmayan hadiselerdendir.

Şimdilerde, eskilerin mağaza, dükkân dediği AVM’lere, diğer büyük iş yeri ve resmî kurumlara girerken üstümüzde görünmeyen cisim olup olmadığına kani olmak için bir cihazla bizi kontrol ederler. İşte Dr. Esad Feyzi’nin önemi, bu cihazların büyük büyük babalarıyla ilgisinden geliyor.

Şöyle ki 27 Mart 1845’de Prusya’da doğan Wilhelm Röntgen, Zürih Politeknik Üniversitesinden makine mühendisi olarak mezundur. 

1890’larda emsallerinin yaptığı gibi “Crookes tüpü ile çalışmalar yapmaktayken tüpün, siyah bir kartonla kaplı olmasına rağmen 2 metre mesafedeki baryum platinosiyanid sarılı kâğıtta parlamaya sebep olduğunun farkına varır. Bu fark ettiği seyin, o ana kadar fark edilmemiş bir ışın olduğunu anlar. Adını bilmediği, bu ışına bilinmeyen anlamında (X) ışını adını koyar.
Aslında bu sonuç, ulaşmaya çalıştığı bir sonuç değildir. Kazara bunun farkına varmıştır. Buna tesdüfî de dense ziyan etmez.

Bunu, hanımının elinde şuurlu bir durumda dener, sonunda hanımının elinin parmak şekillerini tespit eder.

Wilhelm Röntgen, 28 Aralık 1895’de, bu önemli keşfini, resmen duyurur. Deneyler sırasında yoğun radyasyona maruz kalan parmaklarını kaybeder.

Artık (X) ışınları kavramı tanınıyor. Bu keşiften sadece birkaç ay sonra 1896’da “La Semaine Médicale”isimli dergide (X) ışınları hakkında yayımlanmış ayrıntılı makaleyi inceleyen Tıbbiye son sınıf öğrencisi Esad Feyzi ve Rıfat Osman, müthiş bir heyecan duyarlar.

Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahanenin fizik laboratuvarında, Crookes Gazlı Katod Işını Tüpü ve Ruhmkorft Bobini ile laboratuvarda yaptıkları el yapımı pilleri kullanarak “Yabancı Cisimler Cihazı” olarak adlandırdıkları basit bir Röntgen Cihazı yaparlar. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden ((D. 1877, Kayseri - Ö. 1949, İstanbul) kendinden iki sınıf büyük olan Esad feyzi’nin bu muhteşem başarısına şahittir.

Esad Feyzi, Fizik laboratuvarında talebe asistanı olarak görev yapmaktayken bir gün heyecanla kimya laboratuvarına gelir ve hocalarına “Aman Efendim, Fizik Laboratuvarında iyi bir Crookes tüpü ile güzel bir Rhumkoff bobini duruyor. Sizde kuvvetli bir elektrik pili bataryası var. Müsaade ederseniz bu reyonu (ışını) burada yapalım” der. Teklif kabul edildikten sonra sistem kurulur ve denemeler olumlu sonuç verince dünyalar sanki tıbbiyelilerin oluverir. Böylece Röntgen ışınının keşfinden iki ay sonra ilk tıbbî radyolojik görüntülemeyi 22 yaşındaki bir tıbbiyeli İstanbul’da başarmıştır.(1896)

Bundan sonra neler olmuştur? Osmanlı- Rus Savaşının yaraları henüz kapaanmış değil. (1877-1878) Türk- Yunan savaşı adıyla 1897’De Bir harb olmuştur. Harbin başlamasından evvel kaybedilmiş olan Plevne savaşının sonuçlarından dolayı bu savaşı da Türklerin kaybedeceği kanaati yaygın iken savaşın lehimize sonuçlanması tahmincilere sürpriz olmuştur. Savaş, kazanılsa da kaybedilse de behemehâl, şehit ve yaralı gaziler oluyor. Yaralı gaziler, tedavi merkezlerine getiriliyor ama çaresizlik başa güreşir. Gazilerin bedenlerine saplanan kurşun ve metal parçalarını görmek ve müdahale etmek ne mümkün. İnlemeler, feryatlar hudut tanımaz. 

Türk –Yunan savaşında yaralı gazilerin nakledildiği yerlerden biri de Yıldız asker hastahanesidir. Bunu haber alan Esad Feyzi ve Rıfat Osman, Asker hastahanesinin Baş operatörü Cemil Paşa’ya   “Osmanlı asker yaralılarının Yıldız Hastanesi’nde tedavi altına alınacakları duyulduğu için tıbbiye tabiat müzesinde bulunan ve pek az eksiği olan, yabancı cisimler (Röntgen) cihazının adı geçen hastaneye taşınarak, vücut boşluğunda yerleri bilinmeyen kurşun ve mermi parçalarıyla değişik şekillerde meydana gelmiş kemik kırıklarının durumları hakkında, adı geçen cihazın tarafımızdan kullanılmasına ve bu suretle yabancı cisim uygulamasının şerefinin, uygarlık dünyasında Osmanlı tababetine verilmesine ve yaralıların uzun ızdıraplardan kurtulmasına, lütfen siz büyük üstadın aracılık etmesini arz ve istirham ederiz.” ifadelerinden oluşan bir dilekçe yazarlar.

Esad Feyzi ve Rıfat Osman’ın bu isteği büyük bir memnuniyetle karşılanarak dâhiliye ve pediatri uzmanı Doktor Salih Bey ve onun yardımcıları olarak Esad Feyzi ile Rıfat Osman’ın Yıldız Hastanesi’nde bu cihazı kullanmalarına izin verilir. Uygulama olumlu geçer. İlk uygulama da sağ el bileğinden yaralanmış Boyabatlı Mehmet’in sağ el bileğindeki şarapnel parçasının tespit edilerek tedavi edilişidir.

İlk çekim bu röntgen görüntüsü 1897’de Servet-i Fünun Dergisi’nde ve 1899’da Nevsali Afiyet Dergisi’nde yayımlanır. Nevsali Afiyeti bilmeyiz ama Servet-i Fünun’u bilmeyen yoktur fakat bu mühim haberler okullarda konu edilmedi. Sadece Servet-i Fünun’un edebiyet konularına yer verdiğini biliyoruz. Hakikaten bu önemsiz bir olay mıydı? Yoksa bu hekimlerin Türk olmaları mı olayın önemini azaltıyordu? Kim bilir?
Diğer taraftan hayranlar da yok değilmiş hani…

Askeri Hastaneyi ziyaret eden Alman Kızılhaç Tıp Heyeti, bütün dünyada yeni bir tıp dalı olan radyografinin bu şekilde uygulanmasından hoşnut olurlar ve hayranlıklarını ifadeden çekinmezler. Yanlarında getirdikleri bir Röntgen cihazını Mayıs 1897’de Yıldız Askeri Hastanesi’ne yerleştirerek, X-ışınlarının savaş cerrahisinde uygulanabilirliğini deneyimlemek için, Türk meslektaşlarıyla birlikte çalışırlar. Bu, Yıldız’daki, önceki Esad Feyzi’nin kurduğu Röntgen cihazının ardından, Türkiye’de kurulan ikinci Röntgen cihazı olur. Buraya dikkat(!)Bizim tıbbımız ilk cihazı tesis etmiş oluyor. İlk…

Ekipten Dr. Küttner, 1898’de çalışmalarını anlatan bir rapor hazırlayarak ameliyat ettikleri vakalar hakkında ayrıntılı bilgiler verir ve Yıldız Hastanesi’nde çektikleri birkaç radyografiyi yayımlar.

Cemil Paşa, yaralı askerlere ait bazı röntgen görüntülerini Fransız Cerrahi Derneği’ne gönderir ve 30 kadar basit ve komplike fraktür görüntüsünü bilimsel etkinliklerde sunar.

Türk-Yunan Savaşı’nda Yıldız Hastanesi’nde Doktor Salih Bey tarafından gerçekleştirilen sistematik radyolojik ilk çekimler, daha sonra İngiliz Kızılhaç doktorları tarafından Atina’da da uygulanır. Böylece Türk-Yunan Savaşı, röntgen tekniğinin kullanıldığı ilk savaş olma özelliğine sahip olur. 

Burada küçücük bir hüznümü de belirtmeden geçmeyeyim. Bahse konu kitabımın takdimindeBizden adam olmaz “ dedirtenlerin etkisinde pasivize edildiğimizden bahsetmiştim. Mehmet Akif Ersoy’un yaşıtı sayılabilecek olan Esad Feyzi’nin ( İki yaş büyüktür) bu vaziyetinden kamu için söz edilmeyişi dikkat çekici değil midir? Mehmet Akif Ersoy ta o zamanlar benim terennümümü aynen zikrediyor. Ne enteresan değil mi?

(“Acaba biz Müslümanlar niçin bu halde düştük?) Bunun illetini ben şöyle görüyorum: Doğduğumuz günden itibaren babalarımız, analarımız, hocalarımız, siyâsîlerimiz, ediplerimiz, şairlerimiz, muharrirlerimiz bize istikbâl için ümit verecek bir şey söylemediler.

( Ben çocukluğumdan beri: “Biz yapamayız. Avrupalılar terakki eylemiş. Siz çok fena günler göreceksiniz!” nakaratından başka bir şey işitmedim. “( “Sebil’ür -Reşâd” mecmuası, 24 Şubat 1920 “Balıkesir zağanos Paşa camiinin kürsüsünden… Yusuf Akgül, Bayşad Balıkesir.)

Mehmet Akif Ersoy’un bu kürsüden söyledikleri de üzüntüsüne rağmen Millî Mücadelede birleşmeyi teminen yaptığı konuşmada kalkınamamışlığın suçunu alenen toplumda bulduğunu ifade etmektedir. Bu, ayrı bir konu olmalı.
 

Esad Feyzi (1874-1901) Üsküdar Karaca Ahmet mezarlığında medfundur.   
DR. Esad Feyzi (1874-1901)

 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!