Nesillerimiz bu mirasa sahip çıkacak

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 'Dedem Korkut, atam Korkutların torunlarıyız ve Allah'a hamd ettim ki bugün nesillerimiz bu mirasa sahip çıkacak bir tarih ve mekan şuuruna sahip' dedi.

PAYLAŞ
Harput Sancak Haber - Harput Sancak Haber

Davutoğlu,  Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Merkezi'nde düzenlenen Dede Korkut Kitabı Baskısı Tanıtımı'nda yaptığı konuşmada, akademik olarak bakıldığında, bu eserlerde en fazla üstünde durduğu hususlardan birisinin, kültürel dönüşümler esnasında, siyasi zihniyeti etkileyen büyük geçiş dönemlerinin analizi olduğunu söyledi.

Yunan medeniyet tarihinde, mitolojiden felsefeye geçişin en kritik aşama olduğunu belirten Davutoğlu, Avrupa'da da Paganizm'den Hristiyanlığa geçişe bakıldığında, birçok Pagan tanrısının, zamanla nasıl azizleştiğini anlatan çok önemli bir geçişkenlik süreci olduğunu anlattı.

Türk tarihinde de sözlü edebiyattan yazılı edebiyata, metafizik düşünceden tarihi alana geçişte ara metinlerin olduğunu belirten Davutoğlu, bunların bir yönüyle tarih ötesine seslenir gibi durduğunu, diğer yönüyle tarihin dokusunu anlattığını kaydetti.

Milli kültürün oluşumunu, Anadolu'daki engin kültürün izlerini anlamak isteyenlerin atıfta bulunması gerekenin, o döneme ait eserler olduğunu ifade eden Davutoğlu, bu sentez döneminin derin irfanının etkisi görülmediğinde tarihin anlaşılamayacağını söyledi. Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Orta Asya'dan yola çıkan, o büyük yolculuktaki Dedem Korkut'un bütün izlerinde bu yolculukları görürsünüz, o yolculukta, o değişimi, İslamiyetle sentezlenen yolda, birçok İran-Turan ilişkisiyle, İran kültürüyle etkilenip, onunla bir temasa geçen, sonra Anadolu'ya gelip yerleşen o kültürün ana çizgilerini takip ettiğinizde, işte bu tarihe hitap noktsında, belki de bugüne kadar bize sirayet eden ana unsurları görürsünüz. Bizim tarihimiz, Dedem Korkut ve onun benzeri Hoca Ahmet Yesevi'nin kültürünün Anadolu'ya gelişi esnasında yaşanan serüven ve 11-13'ncü yüzyıl arasında yaşanan Turan, İran, Mezopotamya, Anadolu kültürleri anlaşılmadan, anlaşılamaz. Onun için Selçuklu dönemleri, asırları ya da geçen hafta Mardin'de Artuklular'dan bahsettim, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu dönemleri, daha sonra Osmanlı'da rafine hale gelecek kültürün ana unsurlarını oluşturur. Dedem Korkut burada çok güzel izler verir bize, bu kültürel mirasın nasıl harmanlandığı konusunda. Dile baktığınızda Dedem Korkut'ta, birçok dilin, Türk lehçesinin izlerine rastlarsınız."

"Geçiş döneminin öncü kişiliği"

Dede Korkut hikayelerini okumadan Türk Dil ve Edebiyatı üzerine bir çalışma yapmanın imkansız hale geleceğini ifade eden Davutoğlu, Kutadgu Bilig, Divanü Lugati't-Türk, Menakıbname, Saltukname, Danışmentnamelerin hepsinin göçebe kültüründen, yerleşik kültüre geçişin ve devletleşme sürecinin izlerini yansıttığını söyledi.

Dede Korkut'un hayat hikayesi konusunda çok rivayetin olduğunu belirten Davutoğlu, birçok tarihçinin, Dede Korkut'un "Hazreti Peygamber döneminde yaşadığını, Müslüman olduğunu ve diğer boyları İslam'a davet ettiğini" belirttiğini aktardı.

Dede Korkut'un büyük geçiş döneminin öncü kişiliği olduğunu, İslami tasavvuru anlattığında, sentezin, yeni iman halinin bütün unsurlarının görüleceğini dile getiren Davutoğlu, Dede Korkut'un eserlerinden örnekler okudu.

"Helal eş, ana anlatımını Kadınlar Günü'nde, bizim kültürümüzden böyle damıtılmış şekilde, daha güzel anlatmak mümkün mü" diye soran Davutoğlu, "Şimdi Sünni, Alevi diye ayrım yapıldığı bir dönemde, Hazreti Ali'yi, Hazreti Hasan'ı, Hazreti Hüseyin'i, Hazreti Osman'ı aynı anda böyle güzelce ifade eden bir kültür parçalanabilir mi, ayrılabilir mi? Dedem Korkut okuyanları, şu veya bu mezhep temelinde bölmek mümkün olabilir mi" ifadesini kullandı.

"Üzülme, Türkiye'dekiler de bilmiyor"

Türkiye'de de Malezya'da da eğitim verdiği dönemde, 16'ncı yüzyıl siyaset felsefesini anlatırken, Machiavelli ile Kınalızade'yi karşılaştırdığını belirten Davutoğlu, şu anısını anlattı:

Yurt dışında Malezya'da ders vermeye başladığımda baktım ki sınıf Birleşmiş Milletler gibi, 25 ayrı milletten öğrenci var ama benim kitap Yunan'dan başlıyor, Roma'dan devam ediyor, Hristiyanlık ve çizgide hiç Asyalı, Müslüman yok, Türk zaten yok da Asyalı da yok. Bütün programı değiştirdim ve yeni bir çizgide siyasi düşünce tarihi anlattım. İçine de bizim klasikleri de koydum, Farabi'yi, Kınalızade'yi... Seneler sonra, yetiştirdiğim öğrencilerden birisi, doktorayı tamamlayıp hoca olarak döndüğünde üniversiteye, mektup yazdı bana, dedi ki 'Hocam yeni gelen nesil, maalesef çok iyi yetişmiş değil Kınalızade'yi dahi bilmiyorlar.' Malezya'da ne okutursanız onu görüyor. Ben de cevap yazdım 'Üzülme, Türkiye'dekiler de bilmiyor' diye."

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Merkezi'nde düzenlenen "TOBB Dede Korkut Kitabı Baskısı Tanıtımı"na katılan Davutoğlu, burada yaptığı konuşmada, kendisi için müstesna bir gün olduğunu belirtti. Davutoğlu, bir kitap aşığı olarak tarihin en köklü geleneklerinden birini temsil eden klasiği, taktim etmiş olan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu'na ve esere katkıda bulunanlara teşekkür etti.

Kitapların, anlayanlar için bir rehber olduğunu, kitabın olduğu odada süfli söze, edebe mugayir bir yaklaşıma rastlanmayacağını ifade eden Davutoğlu, "Kitabın süslediği mekanda insan sadece tevazuyu öğrenir. Herşeyini bildiğini zanneden bir insan yeni kitapla tanıştığında aslında öğreneceği çok şey olduğunu öğrenir. Kibirle etrafına bakan kişi yeni eserle tanıştığında eserin manayı özü kavradığında aslında kat edeceği çok yol olduğunu tekrar tekrar keşfeder. Hele bu klasikse hele bu milletin tarihteki yürüyüşün hulasası temsil eden, sözlü kültürden yazılı kültüre aktarılmış, son derece doğal, akışıyla, diliyle, sizi büyüleyen eser ise elinize aldığınızda o sizi etkilemeye başlar. Görünüşte siz onu okursunuz ama gerçekte o size hocalık yapar, kendini okutur. Görünüşte siz özne o nesnedir ama gerçekte o özne olur siz nesne olmaya başlarsınız" şeklinde konuştu.

"Bugün nesillerimiz bu mirasa sahip çıkacak bir tarih ve mekan şuuruna sahip"

"Dede Korkut Kitabı'nı elime aldığımda, onu tefekkür ettiğimde bütün bu hislerle tekrar Allah'a hamd ettim ki böyle köklü ataların torunlarıyız" diyen Davutoğlu, "Dedem Korkut, atam Korkutların torunlarıyız ve Allah'a hamd ettim ki bugün nesillerimiz bu mirasa sahip çıkacak bir tarih ve mekan şuuruna sahip" ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, kitaba emek veren ve özellikle minyatürlere tek tek kendi ruhlarından esintiler veren sanatçı ve ilim adamlarının isimlerini, "marifet iltifata tabidir" diyerek zikret etmek istediğini dile getiren Davutoğlu, Yayın Editörü Hasan Erbay, Prof. Dr. İlhan Genç, Prof. Dr. Atabey Kılıç, Prof. Dr. Hakkı Aksoyak ve minyatür sanatçıları Habibe Şimşek, Ayşegül Devecier, Gonca Gülden Küçüksaraç, Berrin Gayhan, Gülden Topuz, Merve Düzağaç, Esra Has, Bilgehan Kaya, Elif Bayrak Kaya, Nazik Ağyar Leblebici, Zeliha Alav, Ceyda Kaya, Canan Özdemir, Nermin Tüzemen, Arzu Revza Kaya, Melek Yılmaz, Emine Genç Bulut'un isimlerini sayarak, "emeğiniz için, gözyaşınız ve bu güzel estetiğiniz için teşekkür ediyorum" dedi.

 Dedem Korkut kitabı eline aldığında kendisini birçok açıdan büyülediğini ve şahsı serüvenini Dede Korkut'un sözleriyle tekrar zihninde canlandırdığını anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ben Türkmen yörük obalarının Toros zirvelerindeki bir mekanında doğdum. Dedem Korkut'un dilinin yaşadığı yıllardı, o yıllar.  İstanbul lehçesinin o güzel halini alıp da o Türkmen lehçesinin, Anadolu'nun değişik lehçesini unutmadığımız yıllardı ve her bir deyişinde Dedem Korkut’un çocukluğumda bana mekan ve tarih bilinci veren, o çevreyi, o doğal çevreyi bir kez daha hatırladım. Dedem Korkut'un diliyle, onun duasıyla babaannemin ve dedemin dualarını hep birbirleriyle yan yana o kadar doğal hissettim ki babaannem rahmetli, anneannemle oturduklarında Manas Destanı gibi neredeyse, otururlar karşılıklı önce aile hayatını, bütün geçmişini anlatırlar, sonra belki hiç bilmedikleri mekanları bir göç serüveni içinde naklederlerdi. Hala zihnimde aşina ses olarak durur. 'Horasan'dır bizim ilimiz, İsfahan'dan geçti yolumuz, bu dağları aşıp geldi buralara kondu boyumuz.' Babaannem coğrafya eğitimi almamıştı. Horasan'ı, muhtemelen Kaf Dağı'nın ardında mübarek mekan bilirdi. İsfahan'ın İran'da kalmış olduğunu unutmuştu. Ama unutmadığı bir şey vardı ki tarih bir yolculuktur, insan hayatı bir serüvendir, bir yolculuktur. Bir kapıdan girer, diğer kapıdan yürürsünüz. Ama sizden intikal eden kültür diğer nesillere ışık tutar. Biraz önce, 'namerde muhtaç eylemesin Kadir Tanrım' derken dedemin sesi geldiği kulağıma, Rabbim öyle bir tevekkül ver ki değil namerde merde dahi eyleme muhtaç. Asırlar geçmiş ama mert, namert nedir bilinmiş, muhtaç olmamak, Rab dışında hiçbir şeye muhtaç olmamanın gerçek özgürlük olduğu bilinmiş ve bu bize intikal etmiş, bizi hiç bırakmamış."

"Asırlarca taşınan irfanın izleri"

Yörük obaları göçtüğünde kendisinin de birkaç yıl yaz tatilinde eşlik ettiğini anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Saatlerce yaklaşık bir gün süren durup kalkmalarda şunu fark ederdim, kayaların, ağaçların adları vardır, o yüzlerce sürüdeki her bir oğlağın, her bir keçinin adı vardı, her biri sahibine baktığında muhabbetle bakardı. Bir milletin doğa bilinci böyle oluşur. Yunus Emre, 'sordum sarı çiçeğe derken' bir mecnun değil, sarı çiçekle konuşan mecnun değil, sarı çiçekle konuşan bir çevreci, bir hikmet sahibi. Çevrecilik, modern kültürün eseri değildir. Gerçek çevreci olmak doğaya baktığında Rab'dan oraya yansıyanı görmektir. Doğaya baktığında, başka varlıklara baktığında kendinden bir şey katabilmektir. Kayalara öyle isimler verilmiştir. Bizim köyün tam cephesindeki kaya Kıble kayası. Kıble kısmetinde olduğu için kayaya Kıble, diyor. Bir fizikle metafiziği buluşturuyor. Şimdi bu bilinç bir anda oluşmaz ve bu bilinç emin olunuz hani birisi diğerine birgün oraya oturacaksın, Kıble kayası diyecek diye de olmaz. Asırlarca taşınan irfanın izleri. Babam, bana dedemin adını koyduğunda kulağıma ezandan sonra Ahmedi Sani dediğini söylerdi. Ben de Ahmedi Hani'nin büyük dedemden yansıdığı ya da vefat eden amcamdan geldiğini sanırdım, seneler sonra Hoca Ahmed Yesevi'yi okuduğumda Hoca Ahmedi Yesevi'nin de Ahmedi Hani olarak adlandırıldığını bildiğimde aslında bana ismini verirken Hoca Ahmedi Yesevi'nin ismini vermek istediğini o zaman idrak ettim. Belki unutuldu ama her Ahmed, Türkmen obalarında Hoca Ahmedi Yesevi'ye atfen Ahmedi Hani'dir. Bunlar bütün milletlerin tarihinde olduğu gibi bizim tarihimizde de bize yansıyan o derin izlerdir. Dedem Korkut'ta bunların hepsini görürsünüz."

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dede Korkut'ta da kayaya, çevreye, etrafa, mekana bir bilinç verildiğine işaret ederek, şunları kaydetti:

"Sözlü olarak aktarıldığında o bilinci yeni nesiller, bazen köy odalarında alır, bazen kervan yolda yürürken alır ama alır. Bir irfan, bir hikmet, nesilden nesile aktarılır. Seneler sonra tabii, akademik hayatta hep bu dikkatimi çekmiştir ama AK Parti iktidarları başlar başlamaz Sayın 11. Cumhurbaşkanımız, daha sonra Başbakanımız, Başbakan Müşaviri olarak görev aldığımızda Sayın Cumhurbaşkanımıza, yaklaşık 6 yıl Başmüvaşir olarak çalıştığımda Başbakanlıkta, hep şöyle düşünürdüm, herhangi bir şekilde bir konu istişare edildiğinde, acaba Dedem Korkut ki bir başmüşavir gibi de aynı zaman bir nasihat ehlidir, bir irfan ehlidir oğuz beylerine, bu anlamda bir müşavirlik yapmıştır, acaba Dedem Korkut olsa ne derdi? Bu durumda acaba Nizamülmülk nasıl bir tavır takınırdı? Acaba Yusuf Has Hacib'in, Kutatgu Bilig'in hangi ilkesi buna yön verirdi. Hep kendime ilkesel olarak sormuşumdur. Şimdi yine bu sefer kendim bu ağır sorumluluğu üstlendiğimde acaba o derin irfan bana nasıl seslenirdi şu durumda? Öfkelendiğim anda ne derdi? Fevri karar almak durumunda kaldığımda hangi ahlaki nasihati yapardı? Bunları kendi kendime sormayı hiç ihmal etmemeye çalışıyorum. Çünkü bu eserler kolay şekilde bir anda tarihi dönemde bir kişi tarafından ortaya çıkarılan eser değil. Bunlar büyük bir tarih serüveninin damıtılmış ürünleridir. Dolayısıyla eserin bende uyandırdığı heyecan bu şahsi serüvenimle de doğrudan ilgilidir.”

Davutoğlu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Merkezi'nde düzenlenen Dede Korkut Kitabı Baskısı Tanıtımı'nda yaptığı konuşmada, Dedem Korkut'u bilimsel olmadığını iddia ederek okutmayan bilim adamına hayret ettiğini, hatta kınadığını belirterek, "Bakın süreci bundan iyi ne anlatabilir. Şimdi hepimiz bir süreç içindeyiz, 'Ata binmeyince yol alınmaz.' Basit görünüyor ama o kadar şey ki önce yol için bir karar verdinizse bir süreci başlatacaksınız, ata bineceksiniz ki yol alacaksınız" diye konuştu.

Bunların Türkiye'nin milli kültürünün temel taşlarını dokuyan unsurlar olduğuna işaret eden Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bunları keşfettikçe biz aslında kendi köklerimizi de anlarız. Yazıcıoğlu Tarihi Ali Selçuk'ta atıfla Dedem Korkut'ta onu Kayı Boylarının bir devlet kuracağına işaret ettiğini ifade eder. Oğuz Boyları'yla, yani 2. Murat'a yazılmıştır. O dönem Selçuklu ile Osmanlı arasında Dedem Korkut üzerinden irtibat kurar. Şimdi biz mesela Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti çizgisini dile getirdiğimizde birileri rahatsız oluyor. Birileri Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihin belli bir şartında konjonktür içinde çıkmış rastgele bir devlet diye görmek istiyor. Biz Osmanlı dediğimizde neredeyse rahatsız olup, Osmanlı karşıtları gibi bu milletin evlatları varsa bir sıkıntı var, bir  yerlerde ya da Selçuklu'ya atıf. Bir tarih yazılmadan, şu gün elimizde Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti çizgisinde yüzlerce kitap külliyat var..."

Bunun önemli bir tarih bilinci olduğuna işaret eden Davutoğlu, "Tarihte sizin olmadığınız bir dönem kalmıyor" dedi.  

İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee'nin tarihini okuduğunda daha girişte çok çarpıcı bir girişim sergilendiğini aktaran Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Toynbee bütün insanlık tarihini özetle der ki: 'Aslında ben İngiliz tarihini okumak için bütün insanlık tarihini yazdım.' Tarihin bir yerine oturtmak için yazıyor. Şimdi Türkiye'de bazı maalesef tarihten kopuk aydınlar ise bizi, bizim milletimizi tarihten koparmak için tarih yazıyorlar. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, Dedem Korkut'un o ali sesi, o derin irfanı yaşadıkça, bu tarih süreklilikle yaşayacaktır. Bu tarih bilinci gelecek nesillere hiç aksamadan aktarılacaktır. Nasıl biz belki hiç mektep görmemiş o dedelerimizin, babaannelerimizin türküleri, ezgileri, söyleyişleri üzerinden bir tarih bilincine sahip olmuşsak, şimdi bütün bu imkanların olduğu dönemde bu tarih bilincini yaşatmak bizim görevimiz. Ama bu tarih bilincini şu veya bu topluluğu dışlayarak, başka bir grubu tarihin merkezine yerleştirerek değil, bütün tarihimizi tam bir bütünlük içinde inşa, ihya ve idrak ederek yapabiliriz. Bu anlamda Dedem Korkut bizim için bulunmaz bir nimet ve bütün bu derin kültürümüzü anlamak bakımından da büyük bir irfan kaynağıdır."

"Her yere başı dik girer, başı dik çıkarsınız..."

"Her yerde bu irfandan beslendikçe yürümeye devam ederiz" ifadesini kullanan Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğü dönemde bir salona girerken, bir sert müzakereye başlarken, "Kaldırdığını göğe eriştiren güzel Tanrı, kızdığını yok eden kahhar Tanrı, birliğine sığındım Rabbim kadir Tanrı, medet senden kara elbiseli kafire at tepiyorum, işimi sen yoluna koy" duasının hep aklına geldiğini söyledi.

Davutoğlu, "Müzakereye başlarken, eğer köksüz bir devlet anlayışının mensubu ve temsilcisi olarak oturduğunuzda başınız eğik girersiniz. Ama arkanızda böyle bir duayı size aktarmış bir Dedem Korkut'un kulağınıza gelen esintisi varsa ve o duayla sizin dedenizin, babaannenizin ya da nesillerinizin duaları örtüşmüşse her yere başı dik girer, başı dik çıkarsınız elif gibi" diye konuştu.

Sözlü kültürün, yazılı kültüre, boy ve oba geleneğinin yerleşik devlet geleneğine, yerleşik devlet geleneğinin de bir köklü nizam anlayışına erişmesinde hep bu çizgiyi takip ettiklerini anlatan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde, 2005'te Orhun Anıtları'na yaptıkları ziyareti anımsattı.

Orhun Anıtları'nda yol olmadığını ve bir tarlaya indiklerini anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bayağı tarla, pırpırlı bir uçakla. Kültür Bakanımızla birlikteydik muhtemelen. Milliyetçilik ya da milli kültüre sahip çıkmak bu. Orada ferman edildi, 'bu yol yapıla.' O yol, Bilge Kağan yolu asırlar sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yapıldı. Orhun Anıtları, Bilge Kağan Müzesi olarak ihya edildi. Hoca Ahmet Yasevi'nin Dergahı'na vardığımda, onun tefekkür için 63 yaşında girdiği ve bir daha çıkmadığı çilehaneye girip bir gece yarısı, neredeyse sabaha kadar kaldığımızda, Hoca Ahmet Yesevi'nin elinden el alıp, Anadolu'ya doğru yürüyen Horasan Erenlerini tek tek hissediyorsunuz. O küçük çilehaneden, o yer altındaki küçük mekandan nasıl büyük ufukların doğmuş olduğunu orada idrak ediyorsunuz ve biz idrak ile siyaset yapıyoruz. Emin olunuz hiç bir adımımız yok ki Hoca Ahmet Yesevi'nin o çilehanesinden ve de Hacı Bayram Veli'nin şurada yanı başımızda duran çilehanesinden ya da geçen hafta huzuruna vardığım Gül Baba'nın Dergahından bağımsız olmadı, olmayacak. Bugün şu anda dahi TİKA mensuplarımız, Alparslan Han'ın mezarını araştırmakla meşgul. Sultan Sencer Han'ın mezarını biz restore ettik."

"Elerinde İpad veya cep telefonları yoktu..."

O erenlerin ellerinde İpad veya cep telefonları olmadığına vurgu yapan Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Ama gönüllerinde bütün insanlığı kuşatan bir iman deryası vardı" dedi.

Davutoğlu, son dönemde kültürel restorasyon çalışmalarını yaparken, hep bu ilkeden hareket ettiklerini ifade ederek, Başbakanlık görevini aldıktan sonra Anadolu Erenleri'nden "destur almaya" çıktığını bildirdi.

Bunun birilerine modernite öncesi efsanevi tavır gibi gelebileceğinin altını çizen Davutoğlu, "Bana öyle gelmiyor, ben Dedem Korkut okudum, Yusuf Has Hacip okudum, bana öyle gelmiyor" dedi.

Görevi aldığı günün sabahını Hacı Bayram Veli'de sonrasında ise Anadolu'daki bütün Horasan Erenleri'nin huzuruna varmayı ve onlarla manevi bir ahitleşme içine girmeyi bu ulvi görevin asli başlangıcı olarak telakki ettiğini aktaran Davutoğlu, "Bazıları için o ziyaret bir türbe ziyaretidir. Ama anlayan için huzuruna vardığınız kişinin, sizin ve tarihiniz, medeniyetiniz için önemini bilen kişi için orada o huzurda gözünü kapatıp bir müddet, Hazreti Mevlana'nın huzurunda diz çöktüğünü, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalat'ını okumuş birisi, ondan nasihat aldığını, Hoca Ahmet Yesevi'nin huzurunda Divan-ı Hikmet içinde bir hikmet dergahının önünde olduğunu düşündüğünde bütün bunlar birleşir, billurlaşır ve bir siyaset anlayışı haline dönüşür. O siyaset anlayışı içinde de zillet olmaz, zulüm olmaz. Nezaketsizlik olmaz" diye konuştu.

"İzzet sahibi olmayı öğrendik"

Davutoğlu, "Biz onlardan 'Edep yahu' diyerek seslenişlerini duyduk, edep sahibi olduk. 'Bana öyle bir feyzi kanaat ver ki değil namerde, merde dahi eyleme muhtaç' diyen sesten bir izzet sahibi olmayı öğrendik" ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, şunları dedi:

"Onun için yüreğimiz titrer, 'Acaba Türkiye 2001'lerdeki zillet haline, hani IMF'den üç beş milyonluk şeyler talep eden zillet haline düşer mi' diye. Düşmemesi için gece gündüz çalışırız. Gözümüze uyku girmez. Onlar bunu metafizik ya da bilimsel bulmayabilir. Ama biz ahirette o yüce mekana vardığımızda bütün bu medeniyet birikimine sahip çıkanların geçmişlerinde de Dede Korkut'un yakamıza yapışabileceği izlenimiyle, inancıyla gece gündüz koştururuz. Onların duasıyla yol yürürüz, yol alırız, ata biner yol yürürüz."

Davutoğlu, "Mesele, 'Ata binmeyince yol binmeyince yol alınmaz' dendiğinde kastedilen şey, niyet sabit olup, istikamet üzre olup, yola çıkmadığınız zaman yol alınmaz. Bu tipik yörük deyişidir" diye konuştu.

Yol kavramının, aynı zamanda sufi anlamında, Hacı Bektaş Veli ve tasavvuf geleneği içinde de aynı manevi bir seyri sülukun işareti olduğunu dile getiren Davutoğlu, "İster maddi olarak kervan yolu olsun, ister manevi olarak bir seyri süluk içinde hal ehli olma anlamında yol olsun, biz bu yolun yolcularıyız. Allah yolumuzu açık, yolumuzun öncülerinin yolunda bizi ram eylesin" değerlendirmesinde bulundu.

Başbakan Davutoğlu, sözlerini Dede Korkut'un bir duasıyla bitirdi.

Başbakan Davutoğlu, toplantı sonunda kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere plaket verdi.

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN